İnsan sosyal bir varlıktır. Hep de böyle kalacaktır. Dışarıdan etkileşimlere açık, farklı fikirleri benimseyen, ne yaptığının farkındalığının farkında olan bir varlıktır. Bu özellikler insanı diğerlerinden ayırır. Kendi etrafında oluşturduğu yaşam biçimi ise ona aittir ve kendisi şekillendirmelidir onu.
Bireyin kendine münhasır yaşam çemberi onun yaşam kalitesini belirler. Çemberi şekillendirmek, boyamak, süslemek onun elindedir nasıl olsa. Peki ya bu çemberi başkası ile paylaşmayıp, yalnızlık felsefesini özümseyenler ne yapar?
“Yalnızlık” üzerine çok şeyler yazılıp çizilmiştir. Şarkılar bestelenmiş, şiirler yazılmış, onun hakkındaki fikirler kitap satırlarında yerini almış… Herkese göre farklıdır yalnızlığın tanımı, kendi tanımını kendi belirler insanlar. Fakat önemli olan yalnızlık fikrinin etrafına kurulmuş bir yaşamı avantaja çevirmektir. Niceleri vardır yalnızlıktan yakınırlar, yaşayan ölü gibi hissederler; kimileri vardır yalnızlığıyla arkadaş olup hayatını rahatça idame ettirirler, sakin bir hayatta iç sesiyle yakın arkadaş olup düşünme, üretme yani sınırları olmayan beyin organını harekete geçirmeye odaklanmışlardır.
Bu insanlar, yani ikinci ve olumlu olarak bahsettiklerim, hayatlarında bir şeyleri başarmayı amaçlayıp böyle bir yola başvurmuşlardır. Yalnızlıktan yakınarak bir yere varamayacaklarını bilirler. Bunun farkına varamayanlar ise sürekli oldukları yerde sayarlar, hayatlarında pozitif bir ilerleme kaydedemezler. Çünkü karamsar bir fikrin esiri olmuştur onlar. Sadece fikirleri değil, ruhları da esirdir bu yalnızlık zindanına. Ruhunuzun esir olması demek zaten hayatınızı yaşayamadığınız anlamına gelir.
Sadelik çok şey katar insana. Hayatında gereksiz yer kaplayan her türlü varlığı veya nesneyi çıkarmalıdır kişi bu yaşam çemberinden. Einstein’ın bahsettiği gibi “Sakin bir hayatın tekdüzeliği ve yalnızlığı, yaratıcı aklı harekete geçirir.” Yalnızlığın bize kattığı iyi yanların farkına vardığınızda aslında kötü bir hayat biçimi olmadığını fark edersiniz. Diğer insanlardan kendinizi arındırdığınızda düşünmeniz ve kendinize vakit ayırmanız için bolca vaktiniz olur. Yeni bir eser üzerinde ya da fikir üzerinde çalışabilirsiniz. Kısacası kendi hayatınızı kendi gayeniz için yaşarsınız. Bu da insana güzel bir tatminlik hissi verir çünkü kimse başkaları için kendi sınırlı ömründen vakit kaybetmek istemez. “Büyük bir yalnızlık olmadan, ciddi bir eser verilemez.” demiş Picasso.
Tüm canlılar hayatını en iyi şekilde yaşama isteğiyle ömürlerini geçirirler. En iyi şekli kendileri belirlemedikleri sürece bir anlamı kalmayacaktır. Fakat öyle ya da böyle bizim için belirlenmiş dünya günlerinin bir sonu vardır. İnsan ise bunun farkında olan tek canlıdır. Öleceğini bilerek yaşamak zor olsa da, bizler arkamızda en iyi şekilde iz bırakmalıyız. Nasıl yaşadığımızın bir önemi yok, ister yalnız bir biçimi hayat çemberinizin merkezine koyun, isterseniz de eğlenceli bir hayatı. Tek önemli olan başarıya ulaşmak, aydınlık bir yol çizmek. Çünkü insanın geldiği ve en sonunda gideceği yol hep karanlık. Bu iki çizginin arasında geçen ömrü aydınlatmak bize düşüyor.