İlk iş günüm olduğu için çok heyecanlıydım. Bir türlü hazırlanamıyor, kararsız kalıyordum. Yüzümdeki tatlı tebessüm telefonumun saatine baktığımda korkunç bir ifadeye bürünmüştü. Yeterince geç kalmıştım bile. Hemen ayakkabılarımı geçirip kendimi dışarı attım. Aracıma binip iş yerine doğru yola koyuldum. İş yerine geldiğimde beni siyahların içine bürünmüş resmi bir adam karşıladı. Aracımdan indim ve şirketin içine doğru yürümeye başladım.
Arkamdan gelen ayak sesleriyle takip edildiğimi anlayarak hızlıca arkamı döndüm. Kapıdaki adam beni takip ediyordu “Sanırım iş görüşmesi için geldiniz, size yolu göstereyim” dedi. Bana sorduğu sorudan bir cevap almayı beklemeden yürümeye başlamıştı bile. Arkasından ilerledim, adam hiç konuşmuyor arkasına bakmaya bile tenezzül etmiyordu. Elindeki büyük çelik çanta ise dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Uzunca yürüdüğümüz yolun ardından kocaman simsiyah bir kapı karşılamıştı bizi. Adam bana bakarak “buyurun görüşmeniz burada olacak” diye yanıt verdiğinde teşekkür ettim. Koca kapıyı açmak için elimi doğrulttuğumda elindeki çelik çantayı koluma bir kelepçeyle bağladı. Bir hücumda kapıyı açar açmaz arkamdan bir kuvvetle beni içeriye doğru itti ve kapıyı hızlıca kapattı.
Her şey çok hızlı gelişmişti ne olduğundan habersiz sinirli bir ses tonuyla hem söyleniyor hem de kapıyı açmaya çalışıyordum fakat kapıyı ne kadar zorlasam da açılmamak için benimle inatlaşıyordu. İşgillenip yavaşça arkamı döndüğümde bir yığın adam bana bakıyordu. Karşımdaki manzaraya bakakalmıştım, gördüğüm şey ise siyah takım elbiseli iş adamları ve çokça zavallı insan. Neyin içine düşmüştüm ki böyle? Kısa bir bakışmanın ardından bir adam zorla kolumdan tutup beni bir sandalyeye otutturdu. Korkumdan sesimi bile çıkartmıyordum. İçerden gelen o gür sesle birlikte kalp atış seslerimi daha net duyabiliyordum. Adam arkamdan dolanıp önüme kadar geldiğinde yüzüne bakmamak için kendimi ne kadar tutsam da içinde bulunduğum durum beni buna zorluyordu. Adam ciddi bir ifadeyle “çantada ne var” diye sordu. İçinde bulunduğum durum saniyeler içinde daha da karmaşık bir hal alıyordu. Çantada ne olduğunu nerden bilebilirdim ki? Adam bir cevap beklese de hiç bir şey dememeyi tercih etmiştim. Adam sinirli bakışlarını üstümden çekmeyerek şimdi de çantayı açmamı söylemişti. Çaresiz ve korkak bir tavırla yavaşça çelik çantayı açmaya çalıştım. Çanta aralandı ve içerisindeki görüntü beni daha da korkutmuştu. Çantanın içinde mavi renkli tozlar vardı. Karşımdaki adam ise sanki habersizmiş gibi şaşırmıştı.
Bir plan yapıp buradan kaçmam gerekiyordu. Belli ki bu adamlar tekinsiz kişilerdi. Belki saçmaydı ama yerimden hızla kalkıp kaçmayı denedim. Ne kadar dirensem de başarısız oldum, o kadar insan içinde kaçmam imkansızdı zaten. Bir anda kafama bir darbe aldım ve sonrasında yere yığıldım. Her yer karanlığa gömülmüştü sanki. Her şey çok hızlı gelişmişti, yavaş yavaş ayılmaya başladığımda havaalanındaydım. Gözlerimi araladığımda ne çelik çantadan iz vardı ne de o korkunç adamlardan. Tek hissettiğim vücudumdaki yoğun acıydı. O kadar fazla acı çekiyordum ki yapmam gereken ilk iş vücuduma bakmaktı, karnıma baktığımda sargı bezleri ve kanlar görünce adamların amacını çoktan anlamıştım. Birden bir ses yükseldi “hadi kalk seni uçağa bindirmem gerekiyor”. Peki asıl soru ben şimdi ne yapacaktım?