Bir zamanlar, “Çay Partisi” adında bir şehir vardı. Bu şehirde her sabah, sokaklara yayılan mis gibi çay kokularıyla uyanırdınız. Çaydanlıklardan yükselen buhar, sokakları doldurur, çay heykelleri şehri süslerdi. İnsanlar, sevdiklerini ve dostlarını çay içmeye davet ederdi. Her evin balkonunda, sahibini bekleyen sıcacık bir fincan çay olurdu.
Çay; onlar için yalnızca bir içecek değil, bir yaşam biçimiydi. Dostluğun, sohbetin ve güzel anıların simgesiydi. Her evde misafirlere sunulan çay, yeni dostlukların temelini atar, eski dostlukları güçlendirirdi. Çay Partisi şehri, sabah sohbetlerinden akşamüstü buluşmalarına kadar hiç susmazdı. Herkes birbirini tanır, birbirine saygı ve sevgiyle yaklaşırdı. Parklarda toplanan insanlar, çay eşliğinde hayatın güzelliklerini paylaşır, kahkahalar eksik olmazdı.
Ancak bir gün, bir yabancı devlet geldi ve çayı yasakladı. Şehir bir anda sessizliğe büründü. Çayın buharı yok oldu, fincanlar boş kaldı. İnsanlar alışkanlıklarını değiştirdikçe şehir daha da sessizleşti. O günden sonra “Çay Partisi” adı bile unutuldu. Yenidoğan çocuklar çayın tadını ve onun getirdiği sıcaklığı hiç bilmeyecekti.
Ama eski zamanları hatırlayanlar, hala rüzgârın bazen uzaktan, hafif bir çay kokusu getirdiğini söylerdi…