Meditasyon pozisyonunda gözümüzü gökyüzüne dikip “Evrene iyi enerji gönderiyoruz, hıımmmm” ”İyi düşün iyi olsun”, “İstemek başarmanın yarısıdır” diyerek etrafımıza iyi niyet, iyi dilek ve iyi enerji saçmaya çalışıyoruz. Ancak içimizde bir yanımız bir şeyi fazla istersek, istediklerimizin tam tersinin olmasından korkuyor. Biz bu düşünce kargaşasının içindeyken Murphy de yarattığı bu karmaşanın verdiği hazla yattığı yerden kıs kıs gülerek bizi izliyor.
Audie Murphy’e göre “Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir.” Bu bakış açısında Murphy’nin sözüne benzer bir başka popüler söz de John Wood Campbell’ın kullandığı “Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir.” şeklindeki insanı pasif konuma iten sözdür. Gerçekten de çok fazla istenen şey sırf çok istendiği için mi kaçar yoksa ters giden bir şey ne yaparsan yap zaten ters mi gider? Hayat yolda giden bir araba ise şoför direksiyona hiç dokunmadan mı şoförlük yapmaktadır? Kaza kaçınılmaz mıdır yani? Murphy de Campbell de tam olarak bunu söylüyorlar aslında.
Diğer bir karşıt görüşe göre “Evrene göre kural yoktur. Bir şeye şimdi sahip olduğunuzun hislerini sunarsanız evren de buna yanıt verir.” Buna ÇEKİM YASASI denir. Çekim yasasına göre hayat bir aynadır. Siz ona gülümserseniz, o da size gülümser. Gülümsemek zihinde olumlu duyguların açığa çıkmasını sağlar ve böylece vücutta mutluluk hormonu salgılanır. Bu sayede kişinin ruhsal ve fiziksel sıkıntıları azalır. Araştırmalar da ağrının şiddetinin az olmasını, bekleyenlerin ağrıyı daha az hissettiğini gösteriyor zaten. Yani evrene pozitif enerji gönderdiğinizde pozitif şeyler yaşarsınız, negatif enerji gönderdiğinizde ne kadar melanet var paratoner gibi üstünüze çekersiniz. Başta Goethe olmak üzere pek çok dehanın uyguladığı yöntem şu: “Düşünce ve hislerinizde neye odaklanırsanız, deneyiminize onu çekersiniz.”
İnsanlar bir şey istediklerinde “Çok istersen başarırsın”, “ Çok istersen her şey yoluna girer” gibi hayat öğretilerine sarılırlar. Acaba gerçekten öyle mi ? Eğer öyle olsaydı sabah akşam istedikleri halde dilencilerin zenginler sınıfına girmeleri gerekmez miydi ? Bu dünyada yalnız iki afet vardır; biri insanın isteklerini elde edememesi, öteki de etmesidir diyen Oscar Wilde haksız mı şimdi? Hayatta herkes her istediğini elde edebilecekse, bu durum kaos oluşturmaz mı? Ya da her ne kadar istersek isteyelim, istediklerimizin gerçekleşmemesini neye bağlayacağız? Gerçi buna da bir cevabı var çekim yasasına inananların “Sonucun çoğu zaman kötü olması işleyişin kötülüğünden değil, isteklerin yetersiz hatta tutarsız olmasındandır.”
Günlük yaşamımızda istediklerimize sahip olmak için Murphy’yi mi dinlemeliyiz, çekim yasasını mı diye kendi kendimizle didişirken asıl önemli olan şeyi kaçırıyoruz: Anı yaşamak… Yani CARPE DIEM… Bu sözde bahsedilen şey geleceği görmezden gelmek değil, aksine geleceği BUGÜN’den düşünerek harekete geçmek ve yaşadığımız anı değerli kılmaktır. Çünkü “YARIN” bizi nelerin beklediği belli değildir. Yaşamı ele alış biçimini kökten değiştiren, yaşadığın anın önemini bildiren ve onu doğru kullanmayı nasihat eden bir görüştür bu. Tam da Can Yücel’in dediği gibi:
Ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür.
“CARPE DIEM” demişken Ölü Ozanlar Derneği adlı kitaptan bir alıntıyla yazımı bitirmek istiyorum. Profesör Keating, öğrencilerinden birine şiir kitabındaki ilk dörtlüğü okumasını söyler. Öğrenci de başlar okumaya:
“Henüz vaktin varken tomurcuklarını topla.
Zaman hala uçup gidiyor.
Ve bugün gülümseyen bu çiçek, yarın ölüp yok olabilir”
Sonra Profesör Keating, “Carpe Diem’in ne demek olduğunu biliyor musunuz?” diye sorar öğrencilere. Bir öğrenci “YAŞADIĞIN GÜNÜ KAVRA” diye cevap verir. Keating şairin neden böyle söylediğini açıklar:
“Hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar!
Buna ister inanın, ister inanmayın,
her birimiz bir gün nefes almayı
kesecek ve öleceğiz. Şimdi öne doğru bir adım atın.
Ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin.
Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız.
Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli.
Tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler.
Sizler gibi yenilmez hissediyorlar!
Dünya onlar için bir istiridye.
Çok büyük şeyler başaracaklarına inanıyorlar.
Sizler gibi gözleri umutla dolu.
Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba çok geç mi başladılar?
Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu.
Ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız.
Yaklaşın. Dinleyin! Duyuyor musunuz?
Carpe? Carpe? Carpe Diem?
Anı yaşayın, çocuklar.
Hayatınızı olağandışı yapın! “
Kısaca… “CARPE DIEM”
KAYNAKÇA: http://ziynetnesibe.com/tag/profesor-keating-carpe-diem-olu-ozanlar-dernegi