Ornate carnival mask

Buz Prens ile İlk Dans

‘’Benimle dans eder misin?’’ İnanmıyorum. Bu sözler benim ağzımdan mı çıkmıştı?  Dudaklarım bedenimin itirazlarına başkaldırarak ekledi: ‘’…prensim.’’ Oturduğu şaşaalı koltuğundan kalktı, önce maskem yüzümü saklayamıyormuş ve maskenin ardındaki yüzümü görebiliyormuşçasına baktı. Sonra yavaşça odasının balkonun kenarına yürüdü ve aşağıda maskeli balonun keyfini süren insanlara her zamanki küçümser bakışlarından attı. Belki de oradaki insanların arasından sıyrılıp hangi cesaretle yanına gelebildiğimi sorguluyordu. İnanın bunu ben de bilmiyordum.

Charles, aşağılayıcı, daima hüküm sürmek isteyen bakışları; kendinden emin davranışları ve burnu havada yürüyüşüyle maskesinin somut varlığını soyutlaştırıyor, adeta görünmez kılıyordu. Baloyu geçirmek için herkesten uzakta ve yüksekte olabileceği balkonunu kendine seçmiş olması da onu tanıyamamayı olanaksızlaştırıyordu. Bana doğru dönüp ağzını açtığında hayatım boyunca duyup duyabileceğim tüm hakaretleri onun sesinden işiteceğime emindim. Fakat öyle olmadı. Gözleriyle arkamdaki bir noktayı taradı ve rengi sıcacık ama buz gibi üşüten mavilerinden bir tedirginlik pırıltısı geçti. O kadar kısaydı ki gerçekliğinden şüphe duydum. Christina’yı fark etmiş olma ihtimali kalp ritmimin bozulmasına ve ellerimin zangır zangır titremesine sebep olmuştu. Hızla başımı baktığı yöne doğru çevirdim ve gözlerinin odağını bulmaya çalıştım. Sizin de en yakın arkadaşınız, prens kostümünün içinde bile bir canavardan farksız görünen bu buz prensin odasını görmek istemiş olsa ve Charles’ın odaya gelmesiyle dolaba girerek saklanmaya çalışsa onu kurtarmaya çalışırken eliniz ayağınız dolanabilirdi. Her gün bu tarz aktiviteler yapan yoktur diye tahmin ediyorum. Neyse ki ne Christina’yı ne de ona dair bir izi göremedim. Önüme döndüğümde Charles tam da gözlerimin içine bakıyordu. Kabul etmeyeceğini bile bile onu odadan çıkarmak için neden bu yola başvurduğumu aklım almıyordu. Charles’ın birini kırmayıp teklifini kabul ettiği hele ki biriyle dans ettiği nerede görülmüştü? O anın adrenaliniyle aklıma başka bir şey gelmemiş olsa gerekti. Arkama kaçamak bir bakış daha attıktan sonra elini havaya kaldırıp bana uzattı. Kaşlarıyla elini işret edip biraz daha bana doğru uzatana kadar idrak edememiştim. Elini uzatmış olması benimle dans edeceği anlamına mı geliyordu? Onunla ilk dans eden ben mi olacaktım? Şimdi elimi avucuna mı bırakmalıydım? Ne yapacağımı şaşırmıştım. En sonunda çekingen bir tavırla beyaz dantelden bir eldivenin sarmaladığı elimi nazikçe avcuna teslim ettim. Odadan çıkarken ve merdivenlerden inerken Charles’ın peşinden sürükleniyordum.

Arkamızdan atlılar kovalıyormuşçasına hızla dans edenlerin arasına dalmak bütün ilgiyi üzerimize toplamıştı. Her nasılsa prens ve prenses kostümlerimiz birbirleri için yaratılmış gibiydi ve bu da şu anda ilginin dağılması yönünde hiç yardımcı olmuyordu. Benim şaşkın halimin aksine Charles fazla kontrollüydü ve ipleri elinde almıştı. Zaten avucunda olan elimi kavradı ve ellerimizi kenetledi, diğer elini belime yerleştirdiğinde ben de ağır hareketlerle elimi omzuna koydum. Ufak adımlarla sağa sola salınırken hafiften kulağıma eğildi. “Şimdi sakin ol ve söyleyeceklerime tepki verme.” Biraz geri çekilip benden onay bekler gibi baktı. Endişelenmiş olsam da belli etmemeye çalışarak başımı aşağı yukarı salladım. “Sen gelmeden önce odama silahlı bir adam girdi. Senin ayak seslerini duyar duymaz dolabıma girdi. Tehditleri doğrultusunda seninle odadan çıkmam gerekti. Ve şu anda seninle dans etmek mecburiyetindeyim. Bu duruma son vermeliyim. Bu konuda işe yaramaya ya da en azından ayak bağı olmamaya çalış.” Tamamen geri çekildiğinde gözlerim irileşmiş, dolaptaki yegâne dostumu düşünüyordum. “Hemen bir şeyler yapmalıyız.” Christina’yla ilgili gerçeği söylemeli miydim, emin olamamıştım. Ya o adam biricik arkadaşıma zarar verirse?

Yaklaşık on beş dakikanın ardından merdivenlerden sessizce çıkmaya çalışırken elbisemin kabarık eteğiyle boğuşuyordum. Mutfaktan aşırdığım tavayla ise Charles’ın odasındayken işe yaramasını ummaktan başka bir şey yapamıyordum. Charles’ın odasının önünde onunla buluştuğumuzda onun da eline bir beyzbol sopası almış olduğunu gördüm. Adamın elindeki silaha karşı çok hazırlıklıydık gerçekten. Charles’ın polis çağırma tekliflerini kabul etme konusunu tekrar düşünmeliydim. Ah Christina… Odanın kapısını hışımla açarak ellerimizdeki çok tehlikeli silahlarımızı(!) hazırda tuttuk. Karşımızdaki manzaraya bakılırsa endişeden kendimi yiyip bitirmiş olmam çok trajikomikti. Çünkü Christina gayet sakin bir şekilde yüzüme bakıyordu. Hafiften inceltip kibarlaştırdığı sesiyle kendince bir açıklamada bulundu: “Ben Jessica’ya bakmaya gelmiştim ama… Babam aradı bizi almaya gelmiş.” Son cümlesini bana yönelik söylemişti. Arkamızda belki de ilk ve son defa şaşkın suratını görebildiğimiz Charles’ı bırakıp odadan çıktık. Neler olduğunu anlamamıştım.

Parti evinin bahçesinden çıktığımızda Christina’yı kolundan tutup durdurdum. “neler olduğunu hemen anlatıyorsun! Silahlı adama ne oldu? Peki ya sen iyi misin?” iyice kaptırmış sorularımı sıralarken konuşmamı böldü. “Şey… O silahlı adam benim B planımdı diyebiliriz. Dolaptayken sana attığım mesaja cevap vermeyince onu aradım. O sırada gelmeye çalıştığını nereden bileyim? Bu arada o partiden biriydi silah falan da aksesuarlarının bir parçasıydı. Charles’a bir şaka yaptığını anlatabileceğini söyledi, merak etme.” Christina’ya sinirli bir bakış attım: hem yaptığı bu oyun için hem de maskenin ardındaki benliğimi açık etmek pahasına Charles’a ismimi söylediği için…

(Visited 144 times, 1 visits today)