Bir masal ülkesiydi burası, her şeyin mümkün olduğu bir masal ülkesi… İsteyenin istediğini yaptığı, hayalî bir ülkeydi burası. Ancak mutluluk kazanılan bir duygudur ve bu hayali ülkede bile her şeyin bir karşılığı vardır.
Bu ülkenin normal bir gününde, herkes belli başlı işlerle uğraşırdı. Fakat bu işler, herkesin hayallerini süsleyen işlerdi. Kimi insan mimar olup ev yapardı, kimi insan ise basketbolcu olup sahalara çıkardı. Burada zaman diye bir kavram yoktu. İnsanlar ne kadar isterse, günleri o kadar uzun olurdu. Böylelikle insanlar hem hobileriyle uğraşıp hem de işlerini yapabiliyorlardı bir günde.
Bektaş da bu sistemde günlerini en iyi şekilde geçiren sıradan bir vatandaştı. En azından diğerleri böyle zannediyordu. Fakat o farklıydı. Bektaş, diğer insanların aksine, çok iyi bir düşünme ve sorgulama yetisine sahipti. Diğerleri artık bu yetisini kullanmamaya başlamıştı, çünkü hiçbir şey aksi gitmiyordu, ne isteseler çalışmadan elde ediyorlardı. Bektaş bu işte bir iş olduğunu düşünüyordu. O da gayet mutluydu. Fakat her şey bu kadar kolay olamazdı.
Bu ülkenin açık verdiği sadece ama sadece bir nokta vardı. O da insan ilişkileri. Bu ülkenin illüzyonu, vatandaşları adeta birer robota çevirmişti. Herkes mutlu birer robot olmuştu. İnsanlar istediklerini her dakika elde ettiklerinden dolayı ilişkiler çökmüştü ve yıkıma uğramıştı. Herkes ben merkezciydi ve paylaşmak, empati kurmak ve fedakarlık etmek gibi duygulardan noksandı. Bu durum da Bektaş’ta bir şüphe uyandırıyordu.
Bu ülkede, Bektaş bir mimardı. Çocukluk hayaliydi bir mimar olmak. Tasarlamaya ve özgün olmaya düşkün biri olmakla birlikte, çok da yaratıcıydı. Analitik bir zekâsı vardı ve sosyal zekâsı da aynı şekilde çok kuvvetliydi. Çıkmaza girse bile mutlaka etkili bir çözüm bulurdu. Belki de bu pratik zekâsı sayesinde. Bu hayali ülkenin ardındaki sırrın peşine düşmüştü. İlk olarak bir açık bulmalıydı ve bunun için de yardıma ihtiyacı vardı. Bu yardım dışardan biri olmalıydı. Bu sayede hatalı olan alışkanlıklarını fark edebilecekti. Fakat bu neredeyse olanaksızdı. Dışarıdan herhangi biriyle konuşması katiyen yasaktı ve böyle bir girişimde şimdiye kadar kimse bulunmamıştı. Ülkenin yöneticileri adeta ülkeyi bir koza gibi sarmıştı. Bu kozanın isyanları atlatan tarafı ise devasa nüfusu ve bitmek bilmeyen topraklarıydı. Bu ülkenin ağ sistemi bile tamamen özeldi ve sadece kendi sınırları içerisindekiler bu ağdan faydalanabiliyordu.
Bektaş’ın zekice bir planı vardı. Bu ülkedekiler dışarıdan haber alamıyordu. Ama dışarıdakiler belki olanlardan haberdardı. Bunu doğrulamak için de dikkat çekmesi gerekiyordu. Mesleğinde başarılı olan Bektaş, yakında tasarım fuarlarına katılacaktı. Bu fuarlarda görülmemiş bir eser çıkarması. Onun için kurtarıcı nitelikte olacaktı. Bu yüzden kolları sıvadı ve tasarımlara gömüldü. O kadar çok deneme ve çisim yapmıştı ki, neredeyse çizim kâğıtlarını torbalarla taşıyacaktı. Fuarlara katılınca beklediği gibi inanılmaz rekorlar kırdı. Adeta mimaride yeni bir çağ başlatmıştı. Aldığı ödüller dolayısıyla duyulmamasının imkânı kalmamıştı. Ve birileri anında ona ulaşmaya çalıştı. Bektaş elbette bu fırsatı değerlendirecekti. Bektaş’la iletişime geçmeye çalışan ülke en başarılı askerlerini görevlendirmişti ve daimi bir iletişim sağlamak için bir plan yapmaları gerekiyordu. Askerler başarılı bir şekilde Bektaş’a ulaştı ve sonrasında akıllarına hat çekmek gibi bir plan geldi. Fakat bu iş riskliydi ve mesafeyi kısaltmaları gerekiyordu. Plan şuydu: Bektaş ülke sınırlarına yakın bir yere yerleşecekti. Bu da aralarındaki mesafeyi azaltıp iletişim kolaylığı sağlayacaktı. Bu taşınma için de ününü ve başarısını kullanacaktı. Bunlar gerçekleştikten sonra ise, iş diğer devlete kalacaktı. Farklı şekillerde iletişim sağlanabilirdi. Aynı şekilde asker gönderebilirlerdi veya özel ve gizli bir iletişim ağı kurabilirlerdi. İletişimin aracı, duruma göre değişken olacaktı ve bu yüzden Bektaş her daim hazır olmalıydı. Bu planlardan sonra her şey olması gerektiği gibi gidiyordu ve aradaki iletişim sağlamlaşmıştı. Artık gününe kadar ne zaman iletişim kurulacağı belliydi. Artık geriye sadece bilgi akışını sağlamak kalmıştı.
Aylar sonra Bektaş’ın eline inanılmaz bilgiler geçmişti. Bektaş sesini rahat duyurmak için kaçmak istiyordu ve bunun için de diğer ülkenin ekipleri hazırdı. Bektaş vatanına son bir defa veda etmek için bir geziye çıktı ve güzel bir tatil yaptı. Ona kesinlikle iyi gelmişti ve artık işine daha odaklı bir şekilde çalışabilecekti. Evine geldiğine diğer ülkeyle iletişim kurdu ve kaçış için sinyal vereceğini söyledi. Her şey çok hızlı, sistematik ve sessiz olmalıydı. Aksi takdirde ciddi kayıplar yaşanabilirdi. Bektaş derin bir nefes aldı ve hazır olduğunu belirtti. Başarılı askerler sayesinde her şey 5 saat içerisinde çözülmüştü.
Bu saatten sonra Bektaş’ın gördükleri, onu derinden sarsmıştı. Hayaller Ülkesi tamamen vahşet üzerine kuruluydu. Bu ülkenin sayılamayacak kadar sömürgesi ve bir o kadar da savaşta mağlup ettiği insan vardı. Bu kadar mükemmel olmasının başka bir açıklaması olmazdı. Her şey bir düzene oturtulmuştu, fakat halkın bundan haberi yoktu. Hayaller ülkesi yerine yalanlar ülkesi demek daha doğru olurdu. Bektaş yaşadıklarını harfi harfine basına anlattı. Ünü ona bir ön ayak olmuştu ve bu sayede derdini dünyaya duyurabilmişti. Ama sonunda ne olduğu, bir bilinmezdi.