Hala böyle bir şeyin olduğuna inanamıyorum, inanmak da istemiyorum açıkcası. “Sakın bu işin peşini bırakma!” işte bu cümle onun duyduğu son sözdü. En iyisi ben size en baştan anlatayım.
Bir salı günüydü, pazartesi günü olan pazartesi sendromu yeni yeni etkisini azaltmaya başlamıştı. Üniversiteyi yeni bitirdiğim için henüz çalışmaya başlamadım. Bu sebeple bolca boş vaktim var. Banyoya gidip duş aldım. Kahvaltımı yapmak için mutfağa gittiğimde saatin daha 5.45 olduğunu fark ettim. Normalde 8 den önce uyanamazdım. Saatin bu kadar erken olduğunu aydınlanmamış havadan anlamam gerekti. Bugün bu kadar boş vaktim olunca biraz egzersiz yaptım duş aldım ve kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. O gün planımda çok sevdiğim arkadaşımla buluşmak vardı. Arkadaşımı aramak için saatin 8 olmasını beklemeye başladım. O saatten önce ararsam onu uyandıracağımı biliyordum ve o kendi uyanmazsa aşırı huysuz olurdu.
Aslında tüm olay işte burada başlıyor. Saat 8 olana kadar biraz telefonum ile uğraştım. 8’de arkadaşımı aramak icin telefonumdan rehberi bulup onu aradım. O da benim gibi şu anda işsizdi. Birlikte öğlen buluşmaya karar verdik. Her buluştuğumuzda nerelere başvurabileceğimizi konuşuyoruz, hayaller kuruyoruz. Öğlene kadar biraz çizim yaptım, çok sevdiğim bir yer olan New York’u çizmeye başladım. Çizimim bitince koleksiyonuma ekledim ve kıyafetlerimi giymeye başladım. Yaklaşık 10 kere kıyafetlerimi değiştirdim, giyecek bir şey bulamıyorum diye homurdandıktan sonra saate baktım. Vakit gelmişti, artık evden çıkmam gerekiyordu. Cüzdanımla anahtarımı alıp buluşacağımız kafeye doğru yola çıktım. Oraya vardığımda arkadaşım daha gelmemişti. Ben onun çocukluk arkadaşıyım. Çocukluğunu da biliyorum yani. Geç kalmadığı ders, öğretmen dayağı yemediği gün yoktu. Bunlar aklıma gelince yüzüme bir tebessüm yerleşti. Masanın titremesiyle irkildim. Arkadaşım gelmişti. Gülümseyerek:
– Ne düşünüyorsun öyle dalmışsın?
– Hiç eski günler geldi aklıma.
Birer tane çay söyledik sohbete daldık. Saat 5’i gösterirken arkadaşım oturduğumuz kafenin yakınında yeni
açılan bowling salonuna gitmeyi önerdi. Tamam dedim, gidelim. Gittik karşılıklı yarışmaya başladık. Oyun bittikten sonra diğer oyun makineleriyle oynamaya başladık. Basketboldan mini golfe resmen jeton saçtık etrafa… Kendimi birden pamuk şeker yerken buldum. Bir koltukta oturuyorduk. Saat 20.00 olduğunda evlere dağıldık. Eve gidince haberleri açtım. Dünyada pek çok ülkede insanları etkileyen salgının Türkiye’deki ilk vakası rapor edilmişti. Bugün gittiğimiz yerler de çok kalabalıktı umarım arkadaşımla bana bir şey olmaz diye düşündüm.
Aradan iki hafta geçti vaka sayısı hızla arttığı için dışarı sadece 2 kere market alışverişi için gittim. Bu dönemde çok daha titiz davranmaya başladım ve salgın beni etkilemedi diye düşünüyordum. Arkadaşımla sürekli konuşuyordum bu süre boyunca ama son günlerde çok fazla öksürmeye başlamıştı. Düşünmesi bile çok korkutucu ama ya ona bir şey olursa? Onsuz ne yaparım hayal bile edemiyorum.
– 1 hafta sonra –
Onu kaybetmiştim… Salgın onu etkilemişti. Hala bu olanlara anlam veremiyorum çok korkuyorum keşke 2 hafta önce o uyarılara kulak asıp dışarı çıkmayı teklif etmeseydim, bu olanlar benim suçumdu. Nasıl bu kadar salak olabildik? Kendimi asla affedemeyeceğim…