Özgürlük dediğimiz kavram herhangi bir kısıtlanmaya bağlı kalmadan düşünmek ve davranmak olarak yazılmış lügata. Peki özgürlük dediğimiz kavram bulutlara sonsuz bakabilmek değil midir? Yoksa sadece gri duvarlar ve demir parmaklıklardan uzak bir yaşam sürmek midir? Özgürlük bir şairin kol saatinin kayışına kazıdığı ismin içerdiği anılarda saklı olamaz mı?
Yaftalardan uzak bir yaşam sürmeyi hepimiz temenni ederiz. Bana sorarsanız üzerimize yapıştırılan bir yafta, bizim adımıza çizilmiş çizgilerden farksızdır. Kendini tekerrür eden bir yaşam, yeni tasavvurlara gereksinim duyar. Hayata toz pembe gözlüklerle bakmamızın sebebi ise dünyanın hepimize hemdem olmasını istememiz. Hayat her gün aynı iken biz ne kadar özgür olabiliyoruz? Yoksa bu hayatta Aristo’nun da dediği gibi düşünebildiğimiz sürece özgür mü sayılıyoruz?
Düşünmek demişken aşk da bir düşüncedir. İnsanlar olarak sevgiyi kalbimizle hissetsek de aklımız olmasa anlayamayız. Aşk, bir kalıptır sadece. Bana sorarsanız sevgi çok klişe bir kelime veyahut tarif edilemez derece özel. Anlatılamaz ve anlaşılamaz. Sevdiğinin gözlerinde kendi saçlarına baharların takılması, gülüşünün güneş olması ve ellerinin umut olması değil midir sevgi? Durup dururken onun gülmesi için uğraşmak ise özgürlüğe dahil. Nietzsche’nin de dediği gibi kendin olmaktır özgürlük. Kendin ol sevgili; yankılarıma dokun, beni unut, nergis kokulu kayalarda gökyüzünü izlerken beni hatırlamayı unutma çünkü benim kilometrelerce ötede gök başka renge kuşanmışken seni anımsamam burada olduğunun bir kanıtı.
Saklanacak bir delik ister bazen insan, özgürlüğün kendi benliğinde olduğunu düşünür ama yanılır. Gizlendiğini düşündüğü delikleri ararken saptığı her çıkmaz özgürlüğünün başlangıcıdır. Sessizlik midir yoksa özgürlük? Özgürlük benliğimize bulaşmaz mı hiç? Bu sessizlik bizim gözlerimizden akıp gitmeden öylece dururken ya da yarım bir soluğu derinden söküp alınca benliğimize girer. Aslında insan sadece dokunulduğunda içi boş bir eşik, sesine kulak verilince çığlık, içilince ise zehirdir. Kısaca Albert Camus’un da dediği gibi başkaldırmaktan ibarettir özgürlük. Hayata karşı, yaşamaya karşı, kaybolan çocukluğa karşı…
Bağıra bağıra şiir okumak istiyorum hayata karşı. İsmi de “kendiliğindenlik şiiri” olsun. Zamanları, hesaplaşmaları, yansımaları, aşkları, inançları, affedişleri ve şiirleri içersin. Özdemir Asaf’ın da dediği gibi herkesin bir öyküsü var ama herkesin bir şiiri yok. Ben bu hayatta yaşamayı şiirlerle öğrenmek istiyorum. Fernando Pessoa bir kitabında yaşamı şöyle özetliyor: ‘’İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluktan ibaretim.’’ Ben bu hayatta boşluk olmak istemiyorum. Charles Bukowski yaşamayı öğrenmek için birkaç kere ölmek gerek demiş. Oysa özgürlük Platon’a göre de öğrenmekten ibaret ve ben bu hayatta yaşamayı öğrenirken özgürleşeceğim.
Hayata küçük bir çocuğun gözünden bakmak hepimize iyi gelir. En azından biz böyle düşünüyoruz ama zaten biz bu hayata çocukken de aynı gözlerden bakmadık mı? Her gün onu uyandırdığı için mutsuz olan insanlar varken delinmiş bir poşetin içinde kumsalı taşıdığını düşünen bir çocuğun olmalı güneş. Yağmurun sesinde kendi huzurunu düşünen bir büyüğün değil yağmurun uğultusunun ne anlattığını düşünen bir çocuğun olmalı gökyüzü. Camdan gelen rüzgarın eşliğinde deniz kenarında bir meyhanede rakısını yudumlayan büyüğün değil, küçük yaşını yosun tutmuş kollarında taşıyan çocuğun olmalı deniz. Başkalarının bakışlarında çocukluğumuzun gizlenmemesi için özgür olmalıyız biz. Daha fazlasını hayal etmeliyiz. Daha fazlasını istemeliyiz. Daha çok mücadele etmeliyiz. Ve kuşku duyduğumuz zamanlarda şunu unutmamalıyız: Biz haklıyız. Çünkü Sartre’ın da dediği gibi eyleme geçmek büyük bir özgürlük. .
Cümleleri özgür kelimelerle oluştururken, mürekkebi bir kağıdın üstünde özgürce kaydırırken, baharı yaz uğruna özgürce tüketirken, aşkı nazla özgürce harmanlarken, papatyaları seviyor sevmiyor uğruna tüketirken, yaşamaya devam ederken hayatı da özgürce bir hiç uğruna tüketiyoruz. Veyahut yaşamak için önce yaşamın kendisine saygı duyulması gerektiğini, dilersek karanlık bir odada turuncu bir pikabın üstünde sevdiğimiz nostaljik şarkı çalarken kareli battaniyemizin altında kahve fincanımızla yaşamak bile yeterince özgür bir düşünceyken bu söylediklerimizi insanlara deneyimleyebileceklerini anlatamadığımız için bizlere çok kırılıyorum. Yaşadığımız çemberin içinin ve dışının büsbütün özgürlükle var olduğu bir hayatta göz kırpışlarımızdan pişmanlık duyacak kadar özgür bir yaşam fazla anlamlı bir hissikablelvuku olsa gerek.