Sinan henüz yeni atanmış bir öğretmendi. Karşıyaka’da bir ev tutmuştu. Evin konumu oldukça iyiydi, üstelik çarşıya yakındı. Bulunduğu civar biraz pahalıydı fakat bir şekilde idare edebileceğini düşünüyordu.
Günlerden cumaydı, sabah alarmıyla beraber kalkıp kahvaltısını yaptıktan sonra balkona çıkarak çevreyi izlemeye başladı. Gözü karşıdaki büfeye takıldı. Büfenin önünde, üstü başı yırtık, saç ve sakalı birbirine karışmış, 50 yaşlarında bir adam karton mukavvanın üstüne kıvrılmış yatıyordu. Akşamdan kalma biri ya da dilenci gibi görünüyordu. Çok geçmeden büfenin sahibi geldi. O da adamı öyle sanmış olacak ki bağırarak ve tekmeleyerek kovmaya başladı. Adam arkasına bakmadan koşarak kaçtı. Sinan işin aslını merak ediyordu.
Ertesi sabah çarşının olduğu taraflara giderken o büfeye baktığında, dünkü adamın aynı yerde yattığını gördü. Durumu garipsedi. Üzerinde durmadı. Gidip çarşıyı gezmeye başladı, aldığı birbirinden güzel kahvaltılıklarla eve gelip kahvaltısını etti.
Balkona çıktı. Karşıya baktığında adam yine oradaydı. Bu sefer gerçekten meraklanmıştı. Adamın kimi kimsesi yok muydu? Neden her gün aynı yerde yatıyor ve dayak yemesine rağmen tekrar geliyordu? Gidip sormak istedi. Ama korkuyordu. Sonuçta tanımıyordu ve adam alkolik gibi görünüyordu. Bunları düşünürken bağırış sesleri gelmeye başlamıştı. Yine büfecinin adamı döverek kovduğunu gördü. Üzülmüştü. Çünkü adam hiç karşılık vermiyor ve tek kelime dahi etmiyordu. Eğer yine adamı görürse konuşacaktı.
Sabah kahvaltıdan sonra dışarı çıktı. Adam yine oradaydı. Yanına gitti ve seslendi. Adam duyduğu sesle gözlerini açıp ona doğru baktı. ”Amca gel beraber çorba içelim” dedi. Nazikçe reddetti. Sinan kendini tutamayıp, ”Amca sen neden hep buradasın? ” diye sordu. Bu sefer bakmadı. Sinan hemen köşedeki yerden iki çay, simit ve peynir kapıp geri geldi. Beraber yediler. Büfenin sahibi düzgün giyinmiş; saçları taranmış olan Sinan’ı görünce duraksadı. Ondan karışmamasını istedi. Büfeci ve Sinan tartıştığı sırada adam hızlı adımlarla uzaklaştı. Sinan tartışmayı yarıda bırakarak hızlıca adamın peşinden gitti.
Adam bir müddet sonra, bir bahçeye atladı. Sinan da arkasından. Gözlerine inanamadı çünkü bahçe sandığı aslında içinde hurdalar ve çöp yığınları bulunan bir arsaydı. Adam bunların arasında kendine kuytu bir yer yapmıştı. Sinan seslendi arkasından. Adam, Sinan’ı görünce mahcup bir hal aldı. ”Amca burada ne yapıyorsun?” diye sordu. Adam devamlı yere bakıyordu. Sinan bu adamın sokaktakilerden daha farklı olduğunu hissetti.
Adam susuyordu ama Sinan kararlıydı. Tekrar sordu. Adam boğuk ses tonuyla cevapladı: ”Burada yaşıyorum.” dedi ve devam etti:
“Çöpleri karıştırıyorum. Yiyecek bir şeyler arıyorum, kokluyorum; onları yiyoruz. ” Sinan şaşırarak adama doğru baktı:
”Yalnız değil misin?”
“Benim kedilerim var. Akşamları bulduğumu beraber yiyoruz. Burada sohbet ediyoruz.”
Sinan’ın aklına her gün çöpe döktüğü artık yemekler geldi. Ne kadar israf içinde yaşıyordu insanlar. Hiç parası, yemeği olmayan bir amca bile çöpten bulduğunu hayvanlarla paylaşıyordu.
Adamla uzun süre sohbet eden Sinan, adamın eşinin vefatından sonra kendini toparlayamayıp bu hale geldiğini öğrendi. Hem yaşadığı yerdeki kokudan kaçmak hem de çöpünde kedilerine bir şeyler bulmak amacıyla büfenin önünde yatıyormuş.
Sinan anlamıştı ki, aslında her şey dış görünüş değildi. Önemli olan kalp güzelliğiydi. Bu adam belki sokakta güzel kıyafetlerle dolaşan binlerce kişi gibi güzel kıyafetlere sahip olamazdı ama daha güzel bir kalbe sahip olabilirdi. Kısacası “Görünüşe göre hüküm vermeyin; zengin bir kalp ucuz bir ceketin altında olabilir.”