Bu yaz babam bizi arabamızla Mardin’e götürdü. Giderken önce Tuz Gölü’nde mola verdik. Burası tuzdan bir gezegen gibiydi. Sonra Mardin’e geldik. Burada birçok tarihi eser gördük. Birçok eski cami ve kilise vardı. Sonra Mardin’den Diyarbakır’a gittik. Diyarbakır’da tarihi cami ve çarşıları gezdik. Oradan babam bizi Adıyaman’daki Nemrut Dağı’na götürdü. Oraya giderken Atatürk Barajının üstünden geçtik. Nemrut Dağı’nın zirvesinde kafası yere düşmüş tanrı heykeleri vardı. Dağdan inince akşam Şanlıurfa’ya geldik ve Balıklıgöl’e gittik. Babam buradaki balıkları kimsenin avlamadığını söyledi. Ertesi sabah Göbeklitepe’ye gittik. Burası Dünya’daki en eski yerleşim yeriymiş. Buradaki tarihi eserler onikibin yaşındaymış. Oradan Harran evlerini görmeye gittik. Bu evler taştan yapılmıştı. Çatıları koni şeklindeydi. Daha önce hiç böyle ev görmemiştik. Ertesi gün Şanlıurfa’dan ayrıldık. Babam bizi önce Halfeti’ye götürdü. Burada kocaman bir göl vardı. Baraj yapılırken birçok köy sular altında kalmış. Gölün üzerinde tekne ile gezdik. Su altında kalmış evleri ve yarısı suyun üstünde olan bir cami minaresini gördük. Tekne turumuz bitince Gaziantep’e geldik. Burada çok büyük bir müzeyi gezdik. Babam burada bana çok ünlü bir tarihi eseri gösterdi. Küçük renkli taşlarla yapılmış bir tablo gibiydi. Tablodaki kızın adı Zeugma’ymış…