Küçüklüğümden beri kitap okumak en zevk aldığım aktiviteydi. Çeşit çeşit, renkli renkli kitaplarım vardı. Kitap okurken yaptığım ve en eğlenceli bulduğum kısım ise kitabı okurken kendimi ana karakterin yerine koymamdı. Ana karakteri yaşadıklarını, duygularını zihnimde canlandırır hatta bazen rüya bile görürdüm.
Bir gün annem bana daha önce hiç görmediğim bir kitap aldı. Kitabın kapağı siyah beyazdı. Çok içim ısınmamıştı ama yine de okuyacaktım. Okumaya başlayınca bunun bir kızın günlüğü olduğunu anladım ve kendimi ana karakter yapmaya başladım. Güzel bir hayat yaşayan, çok sıkıntısı olmayan, olsa da takmayan bir kızdı. Düşündüm, ne kadar da güzel bir hayatı vardı. Acaba benim de öyle bir hayatım olabilir miydi?
Küçüktüm o zamanlar, o kız gibi davranırsam hayatımın değişmeyeceğini bilmiyordum. Ama çocuk aklı işte. Hayatımın onunki gibi olmasını istemiş ve işe koyulmuştum. Normalde sabah okula gitmeden 10 dakika önce kalkar hemen hazırlanıp kahvaltı yapmadan okula giderdim. Ama bu kız okula gitmeden 2 saat önce kalkıyor, banyo yapıp kahvaltı yapıyordu. Bir süre sonra ben de sabahları erken kalkıp banyo ve kahvaltı yapıp gitmeye başladım okula. Ailem şaşırmıştı, çünkü ben sabah çok bir şey yemezdim. Ancak şimdi sabahları kalkıp hayatımda hiç yiyemeyeceğim kadar kahvaltı yapıyordum. Tabii zor geliyordu böyle birdenbire alışkanlıkları değiştirmek ama o kız öyle yapıyordu ve ben de öyle yapacaktım. Kahvaltı gibi basit örneklerden tutun, akşamları 1 saat bisiklet sürmeme kadar bütün alışkanlıklarımı saçma bir hevesle değiştirmiştim.
Yaklaşık iki yıl sonra az da olsa o kız gibi davranmaya başlamıştım ama kızınki gibi güzel bir hayatım olmuyordu. Kız mutluydu, ailesiyle birlikte vakit geçiriyor, okulda herkesle arkadaş oluyordu. Ancak benim ailem çok çalışıyordu ve okulda herkes beni çok sevmiyordu. Bu durumu zamana bağladım. Belki biraz daha zaman geçerse o kız gibi olurdum. Bunun hevesiyle her günümü bitiriyordum.
Ortaokula yani 5. sınıfa ilk geçtiğimde okul bir gezi hazırlamıştı. Annemlerle konuşup o gezi için izin almıştım. Zaten kitaptaki kız da okuluyla bir geziye gidiyordu. Çantamı da hazırladıktan sonra ertesi gün okulla birlikte yola çıktık. Yolda giderken kitaptan biraz daha okumuş ve orada nasıl davranmam gerektiğiyle ilgili birkaç fikir almıştım. Kamp yapacaktık ve çadırlarımızı kurduktan sonra öğretmenlerimiz bize biraz boş zaman verdi etrafı gezip dinlenmemiz için. Çadırda boş boş yatmaktansa etrafı gezmeyi düşündüm. Bir tepe gördüm. Küçüklüğümden beri tepelere tırmanmayı çok severdim ama acaba kız tepelere tırmanıyor muydu? Emin olamadım ilk başlarda ama sonradan bir kere kıza uymazsam bir şey kaybetmem deyip tepeye tırmandım. Gördüğüm manzara karşısında şoka uğramıştım. Tepenin biraz aşağısında bir bank gördüm ve ilk iş olarak gidip oraya oturdum. Büyük bir göldü burası. Ağaçların ve çimenlerin yeşilliği arasında mavinin güzel bir tonunda rengi
olan göl çok güzel duruyordu. Kendimi manzaranın güzelliğine kaptırmış bir şekilde huzuru solurken hayallerimi –daha doğrusu kitaptaki kızın hayallerini- ufuk çizgisine boncuk gibi diziyordum. Ancak farkında olmadan uzaklaşmak, kurtulmak istediğim durumun hayallerimin içinde olduğunu anlamamla irkilmem bir oldu. Ben gerçekten bu kızın hayallerini yaşamak istiyor muydum? Gerçekten bu kız gibi bir hayatım olsun istiyor muydum? İşte o an şunu fark ettim ki kendimi gerçekten çok zorlamışım bir kız gibi hayatımın olmasını isteyerek. Ama artık buna bir son vermeliydim. Fark etmeden kendimi çok üzmüş, yormuştum.
Kamp alanına geri döndükten sonra her şeyi kendi isteklerime göre yapmaya başlamıştım. İşte bu hayattan zevk alıyordum ben. Bir kız öyle yaşayarak mutlu olabilirdi. Ama ben buydum ve kendi hayatımı yaşayacaktım.