Bu Kadar Gerçek Olabilir Miydi?

Yine bir pazar akşamı 10 katlı bir apartmanın beşinci katında yer alan küçük ama sevimli evimin terasında elimde en sevdiğim kahvem, ayağımda kalın çoraplarım ve topuz yaptığım özensiz saçımla izliyordum İstanbul’u. Her baktığımda bambaşka bir detayıyla karşılaşıyor, bu kozmopolitandaki yerimi tekrardan anlamlandırmaya çalışıyordum. Aynı günün temposuna ayak uydurmaya çalışan çok farklı hayatlarla karşılaşıyor, bu büyük dengeyi(!) anlamlandırmaya çalışıyordum. Bu benim için artık bir rutin haline gelmişti ama o gün bu rutini gece yarısı çalan telefonum bozmuştu.  

 

Alışkın değildim gece yarısı çalan telefonlara bu zamana kadar tek bir kez çalmıştı ondaysa tam da hayatlarımızı birleştirecekken en değerlimi koparmıştı benden. Yıllar geçse d, kış yaza dönse de acım kaybolmayı bırakın hafiflememişti bile. Sadece üstü tozlanmış bir kitap gibi çok anlamlı ama çok derinde bir şeyler hissettiriyordu. O alışkın olduğum melodiyi duyunca irkildim ve tüm o kötü anılarım ele geçirdi zihnimi. Bu sefer kim, diye geçirdim aklımdan. Elim zorda olsa gitti o telefona. Sesim titreyerek telefonu açtım. Bekledim, bekledim ama hiç ses çıkmadı, sanki nefes dahi almadı. Yaklaşık 10 saniye sonraysa telefonu kapattı. Anlamlandıramadıysam da olanları bir yanım hiç üstüne düşmek istemedi ve kendimi yatağa bıraktığım gibi uyuya kaldım. 

 

Ertesi sabah her sabah olduğu gibi ciyak ciyak bağıran alarmımın sesi ile uyandım. Uğruna büyük uğraşlar verip hayatımı adadığım işime gitmek için yola koyuldum. Yolda randevu saatlerimi kontrol edip günün planlamasını yaptım. Evim muayenehane yürüme mesafesinde olduğundan İstanbul trafiğine araba çıkartmaktansa yürümeyi tercih ediyordum. O sabahta yürürken sanki arkamda bir gölge hissettim ve arkama dönüp baktım fakat birini göremedim. Belki de fazla kuruntu yapıyordum ve muhtemelen bunlar dün tekrar hatırladığım anılarımın bir yan etkisiydi.  

 

Gün her şeye rağmen güzel başlamış, birçok hastamın iyi sonuçlarıyla şenlenmişti. Elimi erkenden toparlayıp eve doğru yola koyuldum. Küçük ve sıcak bir mahallede oturuyordum. Her ne kadar eskisi gibi komşuluk değerleri günümüzde yaşatılmasa da aynı samimiyeti korumaya çalışan nadir mahallelerden birinin bir parçasıydım. Herkes birbirini en azından tanırdı. O gün eve yürürken bizim apartmana yakın parkta apartmanımıza doğru bakan, yabancı biri dikkatimi çekti. Siyah bir hırka giyiyor ve kapüşonunu kapatıyordu. İçimden bir ses gidip kim olduğunu anlamak istese de bunun uygunsuz kaçacağına karar verip hemen vazgeçip evime doğru yöneldim. 

 

Eve geldiğimde hemen bir duş alıp kendimi koltuğa bıraktım ama ev bir garipti. Hiçbir şey dağınık değildi fakat sanki benim bıraktığım gibi de değildi. Son günlerde çok yoğun olduğumdan fazla dikkat edememişimdir diye düşünüp en son okuduğum kitabı almak için sehpaya uzandım. Kitabın 116. Sayfasını çevirdiğimde karşıma el yazısıyla yazılmış bir cep telefonu numarası çıktı. Kâğı görür görmez şaşkınlıkla koltukta doğruldum. Numarayı aramak için telefonuma tuşladığımda ise dün gece yarısı beni arayan numara olduğunu fark ettim. Bu iş korkunç bir hal almaya başlamıştı. Dün çalan telefonumdan sonra aynı kişi -nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde- evime girip okuduğum kitaba numarasını bırakmıştı. 

 

Çok korkmuştum ve dışarıdaki adamdan şüpheleniyordum. Bunu anlamanınsa tek bir yolu vardı. O numarayı aramak ve telefonu açıp açmayacağına bakmaktı. Ellerim titreyerek girdim rakamları ve derin bir nefes alarak arama tuşuna dokundum. Telefonun çalmasıyla bankta oturan adam telefonuna yönelip kafasını camıma çevirmişti ki yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Sanırım dün izlediğim gerilim filminin etkilerinden biriydi bu. Hemen kalkıp kitabımın arasını, cep telefonumu ve camdan bakarak o bankı kontrol ettim. Hiçbir yerde bir iz yoktu. Derin bir nefes aldım ve tekrar yatağıma döndüm. Bir rüya bu kadar gerçekçi olabilir miydi? 

(Visited 119 times, 1 visits today)