Daha çocukluğumuzun ilk yıllarında söylediğimiz tekerlemelerle öğrendik Türkiye’nin başkentinin Ankara olduğunu. Meclisler, parklar, uzun binalar. Uzaktan bakınca Ankara sadece bir başkent ya da sıradan bir kent gibi görünse de Ankara’yı en iyi Ankara’da yaşayanlar bildi, bu şehirden gittiklerinde bile hatıralarında hep güzel yer etti… Benim avantajım bu şehirde doğup hayatımı hala bu şehirde geçiriyor olmam. Aslında Ankaramız’ı biz başkent yapmadık o ezelden beridir başkent. İsa’dan önce üçüncü yüzyılda, bir Kelt ırkı olan Galatlar Ankara’yı başkent yapmıştır. İlin tarihteki ismi “Ankyra”dır. Ankara, İ.Ö.II.yy’da Roma İmparatorluğu’na katılmış ve önemli bir askeri merkez haline gelmiştir. Hem coğrafi konum olsun hem elverişli toprak olsun her türlü gideri vardır Ankaramız’ın. Vatanımızın düşmanlardan kurtulması sonrasında, yeni kurulacak devlet için doğan başkent ihtiyacı üzerine, 13 Ekim 1923’te TBMM’de Ankara başkent olarak kabul edilmiş, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara olmuştur. Daha öncelerde bir kasaba olan ve ulu önderimizin ileri görüşlülüğü ve sivri zekası sayesinde başkentlik vasfını kazanmıştır eski kent Ankara.
Sabah kalktığınız zaman mevsim yaz bile olsa ruhunuzu kesen bir ayazla karşılaşırsınız o boş sokaklarda. Evet evet şarkılara konu olan o ayazdan bahsediyorum. Olurda yolunuz düşerse buraya Kızılaya uğramadan gitmeyin derim. Kızılay Ankara’nın merkezidir. Sokak satıcıları, heykeller, dükkanlar ne ararsanız bulursunuz burda. Gerçi kalabalıktır biraz ama Kızılay’ı Kızılay yapan çevredeki insan popülasyonudur zaten. Gelgelelim Ankaramız’ın sembolüne. Atakule. Neden yapıldığı hala sır gibi saklansada her Ankara’da yaşayanın mutlaka gidip gördüğü yerdir. Çatısı kubbe şeklinde altına doğru uzunca inen katlar… Daha birkaç yıl önce yenilenmesi bir hayli çekici hale getirdi Atakule’yi. Şiirlere konu olan Karanfil Sokak. Yine öğrenci tayfasının yurt edindiği, sokak müzisyenlerinin rastalıların cirit attığı bir mekan. Halen de bu kültürü üç aşağı beş yukarı devam ettirir. Aşağısında dönerciler konumlanmıştır. Bir anda enfes bir santur sesi duyup, iki adım sonra saksafon sesine rastlayabilirsiniz. Yeni aldığım bir habere göre oradaki “Şiir sever misiniz?” diye kitabını satmaya çalışan gözlüklü abimiz artık Kadıköy’de dolaşmaktadır. Belkide yolu hiç buraya düşmeyenlerin bile sırf onu, orayı görüp saygı duymaya geldiği yer. Anıtkabir. Bu devletin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün mezarının bulunduğu o kutsal mekan. Bir dönem aşıkların buluşma noktası. Çocukların yürümeyi ezber ettiği yer. Ankaralının yol üstü uğrağı. Halen Ankara deyince ilk akla gelen yerlerden biri. Hafif uzaktan baktığınızda bataklıktaki bir gül gibi parlayan, Ankara’nın rengi, soluğu can damarı… Özetle, romantizmin ve nostaljinin beşiği. Simitçileriyle, çaycılarıyla meşhur olduğu kadar kenarda bir yerde müzik yapan gençleriyle, sürpriz gösterileriyle de meşhurdur neresi mi burası? Tabiki de Kuğulu Park. Sona doğru yaklaşırken Ankaramız şarkılara konu olduğu gibi şairlerde fikir olmuştur. Şimdi sizi Cemal Süreyya’nın Ankarayı anlatan şiiriyle baş başa bırakıyorum.
Ankara Ankara.
Ey iyi kalpli üvey ana!
“Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey ana olan Ankara. Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği, askerliğin bitmesini, rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz evrakın cevaplanmasını, suskun devletin konuşmasını beklerler. Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır. Belki denizi görselerdi beklemezlerdi. Denizi su sanırlar. Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara’nın göllerinde. Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi. O vaatkar ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi. İnsanlar Ankara’da beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır.”