Çocuk birinci sınıfa başlamak için can atıyordu. Anaokulunda bir sürü arkadaşı olmuş ve çok eğlenmişti. Üstüne üstlük artık okumayı da öğrenecekti. Bu ve buna benzer hayallerle o gece heyecandan uyuyamamıştı çocuk.
Okulun ilk günü gelip çatmıştı. İlk öğretmeni bütün sınıfa kendini tanıtmıştı sonra da öğrencileri tanıştırmıştı. Ders bitiminde ne yapacağını şaşırmıştı çocuk. Cesaretini toplayıp bir arkadaşı ile konuşmaya gidince arkadaşı saçı ile dalga geçmişti ve onunla konuşmayı reddetmişti. Günün geri kalanında da öğretmenleriyle oyun oynamış, dışarı bahçeye çıkmışlardı. Ama çocuğun aklı saçında kalmıştı. Eve gidince ailesine “benim saçımda ne var?” diye sordu. Annesi ne olduğunu sorunca arkadaşının onunla dalga geçtiğini söyledi. Babası onu takmamasını çünkü saçında bir şey olmadığını söylese de annesi yarın öğretmeni ile konuşup sorunu halledeceğini söyledi. Yarın okulda derse girdiklerinde çocuk hiçbir şey olmayınca şaşırdı, intikam bekliyordu kendi halince. teneffüste öğretmen çocuğu ve arkadaşını yanına çağırdı. Öğretmen arkadaşından özür dilemesini istese de arkadaşı özür dilemedi, aksine daha da hırçınlaştı. Öğretmeni orada ona kızıp sorunu çözmüş gibi görünse de daha her şey yeni başlıyordu, çocuk bir düşman edinmişti. Geçen dört sene boyunca çocuk okumayı, toplamayı, çarpmayı, bölmeyi, yoldan karşıya nasıl geçeceğini, depremde ne yapacağını kolayca öğrenmişti ama karşısındaki zorbalarla nasıl mücadele edeceğini öğrenememişti.
Çözüm olarak ortaokula başka bir okulda başlamıştı çocuk. Yeni öğretmenler, yeni arkadaşlar, yeni bir sistem; yeniden bir alışma süreci. Öğretmenlerin sertliği ve ağırlığı derslerl doğru oranda artmıştı, artık oyunlar ve dışarı çıkmalar yoktu, yerine ödevler ve sınav baskısı gelmişti; hele bir de sekizinci sınıfta gireceği sınav yok muydu? Bütün hayatının etkileyecekti, fakat çocuk daha derslerin zorlaşması gerçeğinin şokundan bunun farkına varamamıştı. Ailesi konuları çoktan unuttuğundan çocuğu dershaneye yazdırmışlardı. Okul sonrası okulu ne kadar güzel olabilirdi ki? Fakat ailesi yaklaşmakta olan sınavın farkındaydı güya. 8. sınıfa kadar çocuk okul ev dershane üçgeninde yuvarlanıp gitti. Bu arada çocuğa öğretmenleri zorla sınavın önemini aşılamışlar, bu sınavda bir kurtulsunlar lisede 2 sene rahat edeceğini söylemişlerdi. Dershanenin üstüne özel ders almaya başlamıştı çocuk. Yedi günün altısında ders çalışıyor, yedincide de ders çalışıyordu. Sonunda sınav günü gelmişti. Artık çocuğa tıkılan bütün bilgileri kusma zamanı gelmişti. Sınavda sadece sekizinci sınıfın konuları vardı, e o zaman beşinci, altıncı, yedinci sınıfları neden görmüştü? Sınav bitti, yaz tatili geldi. Çocuk kendini bir anda boşlukta hissetti. Nihayetinde önünde daha dört sene vardı üniversite sınavına. Sınav sonuçları geldi, lise tercihleri yapıldı.
Yine yeni bir okul, yine yeni arkadaşlar, yine yeni öğretmenler… Her şeyle beraber çocuk da değişmişti, çökmeye başlamıştı. Büyüyordu, genç olmuştu. Etrafındakiler gruplaşmaya başlamıştı, kendisinin de havalı olduğunu kanıtlamalıydı, yoksa kendini okula ait hissedemezdi. Dersler desen zaten ayrı bir dertti. Ortaokuldaki öğretmenlerinin dediği gibi de rahat edemiyordu, bu sefer de lise hocaları bu dört senenin oldukça belirleyici olduğunu söylüyorlardı, üniversitede rahattılar. Üstüne üstlük bu sefer dört senede gördükleri bütün konular üniversite sınavında çıkacaktı. Genç geleceğinden kaygı duymaya başlamıştı, çalışmaktan başka çaresi yoktu. Konular zorlaştıkça çocuk daha da içine kapanmaya, dersleri anlamamaya başlamıştı. Pes etmek üzereydi. Ailesi de bastırmaya başlamıştı, çocukları iyi bir üniversiteye gitsin diye. Şimdilik özel ders almıyordu, fakat hala dershaneye gidiyordu. Arada arkadaşlarıyla takılıyordu fakat derslerden dolayı onlarla da dışarıda çok vakit geçiremiyordu. On ikinci sınıfa geçtiğinde ise dünya ile olan bağlantısı arasına testlerden oluşan bir duvar çekilmişti resmen. Zaman akmaya devam ediyor, göz açıp kapayıncaya kadar on ikinci sınıf bitmiş, üniversite sınavı geçmişi, genç yine boşluktaydı. İyi bir üniversiteyi kazandığını duyunca ailecek bunu kutlamışlardı.
Genç üniversiteye başladığında hayatında ilk defa bu kadar çok insanı bir arada görmüştü. Her kesimden her türlü insan vardı. Aile baskısı da azalmıştı, o da yeni insanlarla tanışmaya başlamıştı, dersleri de zaten bir şekilde hallederdi. Artık daha sosyal olduğunu hissediyordu, sosyal oldukça insanları daha iyi tanıyordu. Üniversiteyi bir şekilde bitirmiş, artık iş hayatına atılmalıydı. Bitirdiği bölümle ilgili iş bulamadı, devlette çalışmak için KPSS sınavına girdi. İyi notlar aldı fakat torpili olmadığı için bir yerlere giremedi. Genç de özel sektöre girmek zorunda kaldı. Patronu ilkokuldayken düşmanı olan kişinin ta kendisiydi. İlkokuldan sonra ortaokulda başaramamış, lise ve üniversiteyi baba parasıyla okumuş bir patron. Genç zor şartlarda çalıştı, öğrendiği hiçbir şey burada yoktu. Tutunamadı, yurt dışına gitti. Artık genç de değildi adam olmuştu. Artık Türkiye’dekinden daha iyi kazanıyordu. Buraya yerleşti, evlendi, aile kurdu.
Burada fark etti ki insanlar daha bir farklı. İnsanlar dürüst, torpil diye bir şey yoktu mesela. Hayvanlara tecavüz edilmiyordu, kadınlar katledilmiyordu. İnsanlar birbirlerine daha saygılıydı. Burada herkes üniversite mezunu değildi fakat üniversite mezunu olmak fark yaratıyordu. Türkiye’de herkes üniversite mezunu oluyordu da ne oluyordu?
Adam düşündü, dile kolay yirmi sene okumuştu ama şimdiki hayatında öğrendiği şeylerin çoğunu kullanmıyordu. Kullandığı şeyleri de kendi kendine öğrenmişti. İnsanlarla nasıl iletişim kuracağını kendi kendine öğrenmişti, diğer canlılara nasıl davranacağını kendi öğrenmişti, saygı duymayı kendi öğrenmişti. Gözlerini son kez kapamadan önce yirmi senesinin, hayatının en güzel yıllarının, nereye gittiğini düşündü, bulamadı.