Birleşmiş Milletler (BM), 24 Ekim 1945′te kurulan ve dünya barışını, güvenliği korumak ve uluslararası alanda ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliğini sağlamak için kurulan bir örgüttür. Birleşmiş Milletler adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkeler bazında sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş olarak kendini tanımlamaktadır. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını evrensel düzeyde yasaklayan ilk antlaşma 26 Haziran 1945’te 50 ülke tarafından imzalanan Birleşmiş Milletler Antlaşması’yla yürürlülüğe girmiştir. Yapısal olarak idari bölümlere ayrılan örgüt 2. Dünya Savaşı’nın ardından Muzaffer olan ülkeler tarafından kendi güvenliklerini tehdit edebilecek unsurları ortadan kaldırma amacı gütmüştür. Üst düzey Güvenlik Konseyi on beş ülkeden oluşmakla birlikte bu üyelerden sadece beşi daimi üye olarak geçerlidir ve mutlak veto yetkisine sahiptir. Bu ülkeler: ABD,Çin,Rusya,Fransa ve Birleşik Krallık’tır. Birleşmiş Milletler’e dahil Başlıca Kuruluşlar: UNICEF, UNHCR,UNDP,UNIDO,WHO,ILO olarak ele alınır.
İskoçya’nın Glasgow kentinde hafta sonunda başlayan Birleşmiş Milletler İklim Konferansına katılan 120 ülkenin hükümet ve devlet başkanının küresel ısınmaya karşı ciddi adımlar atılması için toplanıldı. 12 Kasım’a kadar sürecek konferansta bugüne kadar ormanların yok edilmesinin 2030 yılına kadar durdurulması konusunda bir anlaşma imzalandı. 100’den fazla ülkenin imzaladığı anlaşmada belirlenen hedeflerin yerine getirilmeyeceğini ise geçmişten bugüne kadar sanayileşmiş kapitalist ülkelerin küresel ısınmaya karşı izledikleri politika gösteriyor. Son 30 yılda belirlenen hedefler ve bunlara uyulmaması çoğu insanın kafasında soru işareti oluşturdu. Yine de, başta İngiltere Başbakanı Boris Johnson olmak üzere pek çok kesim ormanların yok edilmesine son verilmesi konusunda sağlanan anlaşmayı “büyük başarı” olarak sundu. Elde edilen başarı düzeyini düşünecek olursak BM’nin vadettiği ütopik dünya düzeni yönetimde bulunanlar tarafından sağlanamayacaktır. 1997’de imzalanan Kyoto Protokolü’nde sanayileşmiş kapitalist ülkelere zararlı gaz emisyonlarını yarıya düşürme çağrısı yapılmasına rağmen en başta ABD olmak üzere birçok ülke hedefe uyma gereği duymadı. Daha küresel ısınmanın etkilerinin bu denli güçlü olmadığı yıllarda dahi yapılan çağrıların tümü gelişmiş emperyalist-kapitalist ülkeler ve onların tedarikçileri tarafından yok sayıldı. Daha fazla kâr için dünyaya zehirli gazlar salmaya devam edildi. Çin’deki kapitalist gelişmenin hız kazanmasına kendi menfaatleri doğrultusunda göz yuman konsey üyelerinin çevrenin korunması adına yapılabilecek olası faaliyetlerin önüne geçmesi hiç şüphesiz yanılgıya işarettir. Bu nedenle küresel ısınma ve yaratacağı sorunların tümü kapitalist devletler arasındaki pazar, ham madde, aşırı üretim rekabetiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu görülmediği ve engellenmediği sürece artık yaşanılabilir bir gezegen hayalden ibaret…
Uluslararası barış ve güvenliği korumak için yola çıkmış olan BM örgütü maalesef başarılı bir performans gösterememiştir. Bazı yazarlar bu başarısızlığın nedenini ‘’meşru hegemonya’’(sistem içerisindeki bir elemanın diğerlerinden üstün, baskın olması.) fikrine bağlamaktadır. Veto yetkisini kullanarak siyasi çıkarları uğruna temel hak ve hürriyetlerin ihmal edilmesine göz yuman büyük devletler, aslında meşru bir hegemonya kurmak için örgütü oluşturmuşlardır. Hemen yanı başımızda devam eden Suriye’deki katliamlar bunun en açık göstergesidir. Birçok uluslararası kuruluş tarafından belgelenen ağır insan hakları ihlalleri, veto yetkisinin varlığı yüzünden Suriye’de devam ettirilmektedir. 20. Yüzyıl’dan bu yana sayısız çatışma ve katliama seyirci kalan BM çeşitli savaş ve krizlere engel olamamıştır. 1948’den bu yana süregelen çatışmalarla Filistin halkı İsrail Devleti’nin etnik temizlik hareketinin kurbanı olmaya devam etmektedir. Resmi rakamlara göre, 2000-2014 arası yaşanan çatışmalarda 7 .000’den fazla Filistinli ve 1.100 İsrailli hayatını kaybetmiştir.
Bu durumda her ne kadar farklı alanlarda projeler yürütülse bile, hegemonik yaklaşım otorite sahibi ülkelerce gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını gözardı etmekten kaçınmamaktadır. Bu tek taraflı müdahalecilik yaklaşımı ise, küresel siyaseti daha kırılgan hale getirmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin 1940’lı yıllarda kurulan 15 üyeli yapısının revize edilmesi sonrası barışı talep etmede BM’nin göstereceği başarı, uluslararası ilişkileri anlamda işlevselliğini yeniden kazanması açısından önemli bir rol oynayabilir. Fakat yakın gelecekte Birleşmiş Milletler’in vaatlerinin 2030’a kadar sağlanacağının bir dayanağı olmamakla birlikte kurulacak düzen için ciddi fedakarlıklar yapılmasına insanlık hazır mı?
.