Ocak ayının ilk günü, 1 Ocak 1984. Daha dün gibi hatırlıyorum. En yakın arkadaşım ve ailesi bize gelmişti, gece yarısına kadar şarkılar söyleyip dans etmiştik, sofrada kahkahalarla şenlenen mezelerde bile yeni yıl heyecanı vardı sanki. Bir saat kala aile büyükleri rakı faslına geçtiler ben de arkadaşım Emir’le beraber salona geçtik. Kardeşim ve benim son bulmayana ısrarlarımız üzerine babam renkli televizyon almıştı. Emir’le televizyondan yılbaşı özel yayını izlerken bir yandan da gülüp eğleniyorduk. Gece yarısından sonra salondaki uzun, şarap rengindeki koltukta büzülüp uyuyakalmışız.
Sabah oldu, aileler evlerine dağıldı, ve sanki şehrin bütün coşkusu gitmiş, tekrardan herkes siyah beyaz hayatına geri dönmüşlerdi. Hala anlam veremiyorum, daha dün akşam hepiniz sevinçliydiniz, ne oldu da birden asıldı bu suratlar? Kocaman yılbaşı ağaçları aylar sonrasında kaldırıldı, okullarda sınav dönemleri geldi ve herkes tekrardan stresli ve gergin. Çocukların tek neşesi okuldan sonra akşam mahallede oynanan futbol maçlarıydı. Annemin her gün evden çıkarken “Güneş batmadan evde ol oğlum, yemeğe geç kalma deden parçalar seni!” Diyişi dün gibi aklımda yankılanır. Haftalar, aylar geçti, yaz geldi. Babamın otel işletmesinde garsonluk yaparken, bir tane adam geldi. “Yavrum kurban olayım, oradan bir ekmekle iki parça balık uzatıverir misin?” Dedi. Başta vermek istemedim, babam kızardı, “Neden veriyorsun elin amcasına?” Diye. Adam çok zor durumda gibiydi.
— Oğlum benim doyuracak bir kızım ve köpeğim var, kurban olayım iki parça balık ve az ekmek.
—Amca veremem, yasak. İyi akşamlar.
—Allah razı olsun oğlum, canın sağolsun.
Veremem derken içim öyle bir sızlamıştı ki, amca zor durumdaydı belli. Akşam eve giderken sahil kenarında amcayı kızı ve köpeğiyle gördüm. Kızı köpeğin karnına uzanmış, titreyerek uyumaya çalışıyordu. Babam, “Yine mu Allah’n cezaları” diye söylenip amcaya bağırmaya başladı.
—Amca! Ben sana demedim mi bir daha gelmeyeceksin bu tarafa diye, sabah da oğluma laf ettin görmedim sanma. Ne zannediyorsun bizi?
—Yok efendim Estağfirullah, ne yapayım kızım bayılmanın eşiğinde kaldı ben de sormak durumunda kaldım, kusura bakmayın.
—Sorma bir daha rahatsız etme bu çevreyi, görmeyeyim bir daha.
“Aptal mı sanıyorlar bizi.” Diye geçirdi babam, akşam ev gergin olacaktı belli. Neden gariban amcaya kızdı anlamamıştım, adamın kızı zor durumda kalmış sonuçta, bir cesaretle babama, “Neden bağırdın ki amcaya, yemekleri yokmuş n’apsınlar?” Diye sordum ve anında pişman oldum. Babam bir iç çekti ve “Oğlum onlar yalancılar kandırıkçılar, günahını bile vermeyeceksin bunlara!” Diye bağırdı. Katılmamıştım ama sustum.
Aradan aylar geçti ve yılbaşı haftasına girdik. Herkes yine heyecanlı ve neşeliydi, herkes tatlı bir telaş içerisindeydi. Bahsettiğim amca, sonunda bir iş bulmuş belli ki, bir ev almıştı tahminimce. Sabah bakkala giderken amcayı elinde ekmek poşetiyle keyifli keyifli bizim yan binamıza girerken görmüştüm. Ertesi sabah amcayı bakkala giderken yakaladım, “Amca, hatırladın mı beni, sahildeki otelde garsonluk yapıyordum.” Dedim. Adam mahçup bir yüz ifadesiyle, “Evet oğlum, ne oldu?” Diye sordu. Bir banka oturup uzun uzun konuştuk, meğer karısı seneler önce kaçmış, amcayı da kurnazlık yaparak işinden attırmış. Bu yüzden adam çocuğum aç kalmasın derken evsiz kalıvermiş. Amca işine geri dönünce tabii rahatlamışlar, şimdi de babamla iş ortağı olmuşlar. Bana, “sizin eviniz şurası mı?” Diyerek bizim evi eliyle gösterdi, “Evet.” Dedim. Yılbaşını onlarla kutlayacakmışız. Çok şaşırmıştım, şimdi ben de heyecanlanmıştım. Amcanın hikayesini dinlemek için sabırsızlanıyordum, yılbaşında görüşmek üzere yollarımızı ayırdık. Yılbaşı akşamı geldi, sabırsızca bekliyordum amcayı. Geldiler, oturduk, yine herkes kahkahalarla masayı şenlendirmişti, yine o rakı faslı geldiğinde kızıyla kalktık ve salona geçtik, içeriden amcanın bir sözünü duydum, “Ee ne demiş Cahit Sıtkı Tarancı, Memleket isterim, ne zengin ne fakir ne sen ben farkı olsun; kış günü herkesin evi barkı olsun.” Bu sözü vefat eden dedem de her yeni yılda kullanırdı…