“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var”, diye başlamış dizelerine Ataol Behramoğlu. Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz pek çok şey var hepimizin. Bazen pişmanlıklar, iyikiler; bazen sevinçler, üzüntüler… Peki, bir gün hayatımız son bulduğunda geri dönüp öğrendiğimiz tek bir şeyi söyleyebilecek olsak ne söylerdik?
“Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına” diye devam etmiş şair. Gerçekten de yaşadın mı büyük yaşayacaksın. Aldığın her nefes ve attığın her adımda var oluşunu hissetmek ne de güzel bir şey aslında. Bu dünyaya geldiysen bir izin olsun derler hep; biz de çoğu zaman katılırız bu fikre. Akan ırmakların suyunda, yağmurlu bir gün güneşli gökte bir yerin olmalıdır bence. Çünkü hayat dediğin üstünden milyarlarca nefes ve ömrün geçip gittiği bir yol misali… Kiminin sadece ırmağın akışına kapılıp gittiği kiminin de ırmağın akışını değiştirdiği bir yol. İşte tam olarak bu yüzden böyle düşünmüş Behramoğlu. Evrene karışırcasına yaşamak ve yolun sonuna geldiğinde arkana bakıp “Karıştım.” diyerek yolu bitirmek hayatın belki de en büyük armağanlarından biridir insanoğluna.
“Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır”. Hayatın sonsuzluğu içinde, sonu olan ömrün bir armağanmışçasına verdiği nefes gibi tıpkı. Birbirine mükemmel bir ahenkle bağlı bu iki kavram, bu sayede bizim de onlara mükemmel bir ahenkle bağlı olmamızı sağlıyor aslında. Üstünde yürüdüğümüz yolda ömrün bize armağan ettiği her nefes sayesinde adına hayat da diyebileceğimiz yol, var olmaya devam ediyor. İşte bu yüzden armağan etmek çok güzel bir şey. Verdiğin ilk nefesi var olmakla verdiğin gibi, son nefesi de varlığın devamlılığı için vermek gerek. Yolun sonuna vardığında mutlu olabilmenin koşullarından en önemlisi de budur. Bu yüzden hep armağan edelim, ırmağa, göğe, ömre, hayata… Çünkü mutluluk ve sevgi ancak paylaştıkça çoğalır ve devam eder.
“Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana”, çünkü yaşam vermeyi sever. Ancak geri alacağında da hep en güzel şekilde geri vermek isteriz. Bir emanet gibi düşünürüz yaşamayı. Üstüne katmak gelir içimizden ve çoğu zaman başarırız. Başaramadığımızda da bir yanımız hep eksik olur. Getirilen tabağı boş götürememek gibi bir adetimiz vardır ya, aslında yaşamın en büyük gayelerinden birini buna benzetebiliriz kolayca. Az önce bahsettiğimiz mükemmel uyum, devamlılık ve çoğalış işte böyle bağlıdır birbirine ve bizden de ömrümüze böyle bağlı olmamızı ister. Biliriz ki ancak o zaman elimizdeki tabağı en dolu ve güzel şeklinde geri götürebiliriz. İşte evren de bunu sağlamaya çalışır bizim için.
Ve kıtalar bu dizeyle bitmiş. Tıpkı hayatın tek bir insanın ömründen vereceği bir nefes gibi, kocaman ve dopdolu. Belki de başta sorduğumuz soruya cevap verme vaktimiz gelmiştir diyerek verilir her nefes. Geriye döner insan, ayak izlerine bakar ve düşünür: ” Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.”