Günüm her zamanki gibi umutsuz ve kasvetli başlamıştı. Yatağımdan kalkarken bile esnafa olan borcum aklıma geliyor, günümü daha başlamadan mahvediyordu. Daha giyinmeden bile önce ufak not kağıdımı karalayıp belki aklıma bir fikir gelir, diye kara kara düşünüyordum. Kahvaltıda bir iki dilim ekmek ve komşularımın getirdiği reçeli yedikten sonra haftalarımı harcadığım fakat hiçbir alıcı bulamadığım resimlere dolu olan, kümesten hallice atölyeme inmiştim. Beni daha çok resim yapmaya motive eden tek şey olan hayatta kalma isteğim gün geçtikçe azalmaktaydı fakat kafamdan hep “Belki bir alıcı bulurum.” cümlesi geçiyordu, bana az da olsa umut veriyordu. Öğle yemeğini bugün de atlamıştım. Hem dolapta çok az yemeğim, hem de bir iş başarmadan yemek yememe izin vermeyen inatçı içgüdüm sebep olmuştu buna. Yaşadığım duyguları anlattığım resimlerim ya atölyenin tozlu duvarlarında ya toptancının bir günlük yemek masrafımı bile gideremeyen paralara aldığı ve çok çok yüksek paralara sattığı sergilerde yada çöp kutusunda bulurdu kendilerini. Benim de sonum böyle olacak gibi gözüküyordu: Ya atölyemin tozlu duvarlarında kalacaktım ya da çöp kutusunda. Güneş batmaya başladığında atölyeden çıkıp odama giriyor, akşam yemeği için dolapta ne kalmışsa onu yiyordum. Genelde açlığımı yatıştıran tek şey umut olurdu fakat bugün komşularımın karşılığında hiçbir şey beklemeden verdiği bir kase çorba ile yatıştırmıştım açlığımı. Belki de bana asıl umut veren; açlığımı yatıştıran çorbaydı, o çorbayı yapan insanlardı. Umut, hüzün ve başarısızlığın kafamın içinde bir savaşmışçasına çarpıştığı bir gün daha bitmişti. Fakat kafamın içinde daha şiddetli savaşların yaşanacağı belli olan bir gün daha bekliyordu beni, umut ve umutsuzluğun savaşını…
Bir Sanatçının Umudu
(Visited 3 times, 1 visits today)