Karanlık tünelin ucunda beliren ışık, metronun gelmekte olduğunun habercisiydi. Saatim öğlen üçü gösteriyordu. Aracın yavaşlamasını bekliyordum. Zaten yolum olabildiğince uzamıştı, daha fazla zaman kaybetmek istemiyordum. Metronun yüksek bir sesle durmasını izledim, ardından koşar adımlarla ilk kapıya doğru yürüdüm. Metroya bineceğimi haber vermek için annemi aramalıydım. Telefonumu çıkarmak üzere çantamı kurcalamaya başladım. Acelem vardı fakat telefonumu bir türlü bulamıyordum. İstemeyerek uzaklaştım. Çantamı alt üst etmiştim ancak telefonum hiçbir yerde yoktu. Çalınmış olabileceği aklıma geldiğinde içimi, tüylerimi diken diken eden bir endişe sarmıştı. Panikle etrafıma bakınırken bir yandan da elim hızla çantamı karıştırmaya devam ediyordu. Biraz daha oyalanırsam metro bensiz hareket edecekti. Bu durumda gereken kumaşları alamadığımı anneme nasıl açıklardım? İçimdeki endişe kalbimi yerinden çıkarmadan parmaklarım telefonumu kavradı. O an hissettiğim rahatlıkla telefonumu daha da sıkı tutarak çantamdan çıkarmıştım ki arkamdan hızla gelen ayak seslerini duydum. Sırtıma yediğim sert darbeyle elimden fırlayan telefonumu yakalamak için öne doğru atıldım. Hızla hareket eden metronun ışıkları ve metro bekleyenlerin korku dolu çığlıkları o ana dair hatırladığım son şeylerdi.
Gözlerimi açacak kadar enerji bulamamıştım kendimde. Uzun bir süre uyanık olmama rağmen olduğum yerde yatmaya devam ettim. Titreyen dudaklarım başıma korkunç bir şey geldiğini söylüyordu fakat ne olduğunu, nerede olduğumu, hatta kim olduğumu bile hatırlamıyordum. Sonunda gözlerimi açacak gücü toplamış olmama rağmen açık gözlerimle bile hiçbir şey göremiyor oluşum korkumu iki katına çıkarmıştı. Yavaşça ayağa kalktım. Hiçbir şey göremeyeceğimi bilmeme rağmen etrafıma bakınmaya başladım. O karanlıkta yürüyemeyeceğimi biliyordum. Gözlerimi bir şeyler görme umuduyla kırpıştırıp duruyordum. Kör olmuş olabilir miydim? Bu düşünce kendimi daha da kötü hissetmeme sebep olmuştu. Ne yapacaktım? Yere tekrardan yatıp, tekrar uykuya dalmayı mı ummalıydım yoksa oturup ağlamalı mı? Kısa bir süre içinde gözlerimin karanlığa alışmaya başladığını fark ettim. Tekrar görebilmek, biraz olsun rahatlamamı sağlamıştı. Etrafıma kısaca göz gezdirirken gördüğüm turnikeler, bilincimin yerine gelmesini sağlamıştı. Başımdan geçenleri teker teker hatırlıyordum. Bu olaydan sonra insanlar neden bir şey yapmamışlardı? Neden beni orada bırakmışlardı? “Sadece bayıldı, bırakalım uyanınca kendi çıkar.” mı demişlerdi? Aklımdan bu sorular geçiyordu. Orada öylece dikilip düşünüyordum. Telefonumu arayıp anneme haber versem iyi olacak diye düşündüm fakat telefonumu düşürmüştüm. Bir süre etrafı yokladım. Oradaydı, metro raylarının üzerinde kırık bir ekranla duruyordu. Onu alamayacağımın farkındaydım. Neyse ki evimin yolunu biliyordum.
Dengemi kaybedip, düşmem an meselesiydi. Bu yüzden yürürken bir yandan da ellerimle etrafı yokluyordum. Uzun sürmüş olsa da sonunda merdivenlere ulaşmıştım ve gözüm tepedeki parlak dolunayla buluşmuştu. Işığı görmenin içimde oluşturduğu rahatlıkla merdivenleri hızlı hızlı çıktım. Taksi çağırmak aklımdan geçmişti ancak görünürde hiçbir araba yoktu. O saatte eve yürüyerek gitme fikri beni huzursuz etse de başka bir seçeneğim yok gibi görünüyordu. Evimin yakın olduğunu bilmek beni bir nebze rahatlatıyordu. Yol boyunca gereken kumaşları alamadığımı anneme nasıl açıklayacağımı düşünüyordum ki kendimi evimizin kapısının önünde buldum. Yorucu bir gün geçirdiğim için kendimi bir an önce yumuşacık yatağımın üzerine atmak istiyordum. Kapıya yönelerek parmağımı zilin üzerine yerleştirdim. Tam zile basacaktım ki yemek odasında bulunan kocaman pencerenin ardından görünen ailem çarptı gözüme. Pencereden baktığımda bütün aile sofranın etrafında oturmuş, bir taraftan yemek yiyor, bir taraftan sohbet ediyorlardı. Birden, daha iyi görebilmek için cama yaslanayım derken kendimi derin bir sohbete dalmış olan ailemin gözleri önünde buldum. Kafam karışmıştı. Ayağa kalktım, annemin yanına doğru yürüdüm. Sohbete daldığı için benim geldiğimi bile fark etmemişti. En azından ben öyle düşünmüştüm. Annemin arkasına doğru yürüdüm. Onu korkutacaktım. Omzuna dokunmadan önce diğer aile üyelerimin bakışlarını yakalamaya çalıştım fakat herkes tıpkı annem gibi sohbete dalmıştı. Sanırım bu hepsini korkutacaktı. Annemin omzuna dokunayım derken parmağımın, omuz iliklerine dokunduğunu hissettim. Büyük bir korkuyla elimi geri çektim. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Bu neden cama yaslanayım derken içeri düştüğümü de açıklıyordu. Ben bir hayalet miydim şimdi? Ölmüş müydüm?
Yüksek bir gürültü, panikle açılan gözlerimle birlikte beni, gerçekliğe döndürmüştü. “Sonraki durak, Kızılay” . Kolumdaki saate baktım. Öğlen dördü gösteriyordu. Endişeyle etrafımı yoklamaya başladım. Yoksa ölmemiş miydim?