Bir Meleğin Gülümsemesi

İnsanların iyi ve kötü konseptine inançları öyle kuvvetliydi ki evren zaman içinde ayak uydurmak zorunda kaldı. Bulutların arasında ipeksi kanatlarıyla melekler doğarken  magmanın derinlerinde keskin boynuzlu şeytanlar doğdu. Bu iki varlık türü, insanların inançlarından varoluşlarından onların kılıklarına büründüler ve onları yaşatan enerjiyi daha fazla sömürebilmek için yeryüzüne göç etmeye başladılar.

Gözlerini bu dünyada açan her bebeğin eline bir saat tutuşturulmuştu. Bu bir cep saatiydi ama mutlu olduğun zamanı anluyordu ve o zaman kendiliğinden duruyordu. Saatin başka bir özelliği de normal bir saatin aksine insanların yaşlarına göre ilerlemesiydi. Yani insanın doğduğu andan itibaren akmaya başlayan bir saat… Saati geride kalan insanlar genelde yanıbaşlarında birden fazla melek bulunanlardı. İyiliğe olan saf ve sonsuz inançları, onları yaşamın acılarından adeta koruyordu. Zamane büyükleri sürekli küçüklerin daha mutlu olduğuna inandığından saatin ne kadar gerideyse ruhun o kadar çocuk ve mutlu demekti. Saati yaşlarıyla aynı ilerleyen insanlarda ise iyiliğe dair hiçbir inanç yok demekti, hayatları kötü ilerlemese bile pesimistliği yaşam prensibi haline getirmiş, arkasında şeytanı eksik olmayan insanlar olurlardı.

Bu iki tip insan arasında nadir bir tür olan griler de vardı tabi. Bu tür insanların başlarında ne melek ne de şeytan olurdu. Mutluluk onlar için pek mümkün bir duygu değildi ancak kendilerini tamamen kötülüğe de adamamışlardı. Saati durdurmaya değer hiçbir anlarının olmaması, onların gözlerine her doğum günlerinde gri bir katman boya sürerdi. Belki de yaş ilerlemesinden gelen bir hastalık, belki de evrenin kendince yoğurduğu denge hamurunu ilk yapılışındaki gibi leziz tutmak için eklenen baharat  görevini üstlenen, bu seçimi kendileri vermemiş zavallı ölümlüleri körlüğe iten bir lanet. Neticede bu sona doğru her saniye ilerleyen küçük bir çocuk, hayatına kazara giren bir meleğe kadar gülümsemek ne demek bilmiyordu.

Issız bir sonbahar sabahı, büyük babasının sımsıcak elini sıkıca kavramış parka doğru yürüyen küçük oğlan henüz 7 yaşındaydı. O gününün ilerleyen saatlerini dahi düşünemeyecek kadar farkındalıktan yoksun, yaşı gereği zaman içinde onu bir fırça gibi boyayacak deneyimlerden henüz hiçbiri ile karşılaşmamıştı. Parkı gördüpü anda kum havuzuna koşan minik, büyük babasını arkasında bırakmıştı. Zavallı adam 80li yaşlarında olmasına rağmen torununa bakmakta kararlıydı ancak sağlığının onu her an yarı yolda bırakabileceği gerçeği de her geçen gün içini kemiriyordu. Ne olurdu sanki minik torununu bir kere gülümserken görseydi?

Yaklaşık yarım saat sonra bu ufak isteğinin hayati önemini anladı. Sol koluna sinsice yayılan sızı zamanının dolduğunu gösteriyodu. Cebindeki saate uzanıp geçen zamana baktı. Saatin camı çatlamıştı ve 80 sayısı bir daha ilerlememek üzere ekranda takılı kalmıştı. Küçük çocuk büyük babasının yanına koştuğunda başınsa duran meleklerle göz göze geldi. Ağlıyorlardı, tıpkı kendisi gibi. Bir melek usulca çocuğun yanına süzüldü ve ince parmaklarıyla çocuğun göz yaşlarını sildi. Avuçlarını nazikçe çocuğun yanaklarına yerleştirip baş parmaklarıyla çocuğun dudaklarının kenarlarını yukarı kaldırdı. Melek çocuğun yüzüne kondurmaya çalıştığı zoraki gülümseye baktı ve gülümsedi.

 

(Visited 40 times, 1 visits today)