“Bir masal ülkesiydi burası, her şeyin mümkün olduğu bir masal ülkesi…”. Annemin bu sözleri beynimde yankılandıktan sonra ağır ağır açtım gözlerimi. Yatakta bir süre tavanı izledikten sonra kendimi uzun süredir hissetmediğim kadar rahat hissettiğimi fark ettim. Orta yaşlarıma gelmiş olmanın verdiği bazı ağrıları hissetmiyordum. Bununla da kalmamış, patronumun bana sanki hizmetçisiymişim gibi verdiği ağır ve yorucu işler de çıkıp gitmişti aklımdan. Bunların vermiş olduğu mutluluk ile yataktan kalktığımda bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım.
Bulunduğum oda uzun süredir görmediğim, bana son derece nostaljik duygular hissettiren bir odaydı. Etrafa kısa bir göz attığımda ise buranın çocukluk zamanımdan kalma odam olduğunu hemen fark ettim. Sanki beynim bir süreliğine çalışmayı durdurmuştu. Eski dolabımın üzerindeki aynaya baktığım zaman ise her şey açıklığa kavuşmuştu. Çocukluk zamanlarıma geri dönmüştüm. İlk düşündüğüm şey ise bir rüyada olduğumdu, ya da bir masalda…
Ailemin yoğun çalışma saatleri nedeniyle küçüklüğümden beri evde tek başıma kalmaya alışıktım, neredeyse her şeyi kendi başıma halledebileceğimi düşünüyordum. Bundan dolayı evin boş olduğunu gördüğümde sanki tek başıma yaşıyormuşum gibi düşünüp yıllardır özlemini duyduğum ailemi görmek aklıma bile gelmemişti. Ayakkabımı giyip doğruca sokakları gezmeye başladım. Gezdiğim sokakları sanki hâlâ orada yaşıyormuşum gibi ezbere biliyordum.
Herkesin isteyeceği bir şeydi çocukluk zamanlarına dönmek ancak bunu başarabilen tek kişi bendim. İyi kullanmalıydım zamanımı, bütün o güzel anıları tekrar yaşamak istiyordum. Bunun içinse büyüdüğüm sokakları turlamaktan daha iyi bir fikir gelmiyordu aklıma. Sokakları bir bir gezerken birden tanıdığım bir simayla karşılaştım. İlk başta kim olduğunu çıkaramasam da, o da bana bakınca kim olduğunu anlamıştım. O zamanki okulumun kızgın bakışlarıyla ünlü müdürüydü bu adam. Okula yaklaşmış olmalıyım ki hiç ummadığım bir anda karşıma çıkmıştı. Bana doğru gelip burada ne aradığımı sordu. O zaman yaşadığım korku hissiyle hatırlamıştım okula gitmek gibi bir sorumluluğum olduğunu. Bu kadar önemli olan zamanımı okulda geçirmek istemesem de gitmek zorundaydım artık.
Okula yaklaştığım zaman ise aklımdan zar zor sildiğim kötü anılarım tekrardan gelmişti aklıma. Bundan çok kısa bir zaman sonra ise o zamanlarda yaşadığım en büyük problem olan akran zorbalığıyla karşılaşmıştım. Gerek fazla olan kilolarım, gerek kekeme konuşmam, gerekse özgüven eksikliğim yüzünden her gün farklı farklı kişiler tarafından alay konusu oluyordum. Bu anıların hepsini bir anda tekrardan hissettiğim zaman, aynı çocukluğumdaki gibi ağlayarak eve koşmaya başladım. Yolda tekrar düşündüğüm vakit bunların hiçbirinin bir masal ülkesinde geçmediğini veya bir rüya olmadığını, en iyi ihtimalle bir kabus olduğunu fark ettim.
Eve vardığımda ise ağlamaktan şişmiş gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ağlamaktan kurumuş olan gözlerimin bu kadar çabuk kendine gelmesini beklemiyordum oysaki. Gözlerimin fal taşı gibi açılmasının sebebi ise annemdi. Karşımda sakin ve huzurlu bir şekilde bekliyordu. Tabii ki annemi annem yapan o yumuşak, sevecen ve insanın içini huzurla dolduran gülümsemesi de yüzündeydi. Koşup ona sarıldığım zaman bütün bu kabus gibi gün birden gerçek bir masala dönüşmüştü. Burada sonsuza kadar kalabileceğimi düşünüyordum içimden masum bir şekilde, sanki bu seçim bana kalmış gibi.
Anneme sarılmamdan çok kısa bir süre sonra ise aniden, yüksek bir yerden düşüyormuş gibi hissederek terler içinde uyandım. Alarmım çalıyordu ve bu beni bir telaş duygusuna düşürmüştü. İşe geç kalmamış olma ümidiyle telefonuma baktığımda ise pazar günü olduğunu fark edip alarmı kapattım. İki dakika sonra çalan alarm ise her şeyi gayet açık bir şekilde belirtiyordu, en azından benim için. İşe gider gibi takım elbisemi giyip hazırlandım. Evden çıkarken yanıma en güzel çiçeklerden birini alıp arabaya bindim. Ne de olsa bütün acıları durdurabilen annemin ölümünün üzerinden geçen 20. yıldı bugün.