Bir masal ülkesiydi burası, her şeyin mümkün olduğu bir masal ülkesi. Biz ajanlar bu ülkeyi kötülüklere karşı koruyorduk. Her zamanki gibi bir iş günüydü, yine ışınlanarak yerin altındaki işime gidiyordum. Geldiğimde bütün ajanlar dehşet içinde koşuşturuyordu. Ajan Poli’ye ” ne oluyor “ diye sordum. Poli ” kurucumuz Zera kayıp” dedi. O an çok başarılı ajanlarımızdan üçünü alıp Zera’nın kızı Zina’ya gittik. Ondan gerekli iksirleri alıp yola koyulduk. Neden kurucumuzu kaçırmak istediklerini biliyordum. Çünkü kurucumuz Zera’nın kolunda sadece evrende iki tane bulunan sihirlerin olduğu bir bileklik vardı.
Bütün büyücülerin listesini yaptım. Sadece bu sihirleri isteyen bir büyücü biliyordum o da Alex’ti. Alex çocukların oyuncaklarını kaçıran kötü bir büyücüydü. Alex’in evi Eflu gölünün altında çok güzel bir evdi. Alex’in evine geldik, Alex’ e yalan makinesi taktık. Ona ” Zera’yı sen mi kaçırdın” dedim. Zera’yı kaçırmadığını söylüyordu. Yalan makinesindeki sonuç da Alex’i haklı çıkarıyordu. Aynı zamanda Zera’yı kimin kaçırdığını da öğrendik. Zera’yı Sevgi kaçırmıştı. Aslında Sevgi çok iyi bir insandır. Ama hala anlamıyorum. Sevgi bu sihirleri ne yapacak?
Sevgi’nin, Zera’yı kaçırdığı mağaraya gelmiştik. Zera’ya ulaşmak için bir engel vardı. O bir engel çok zor bir engeldi. Mağaraya bir sürü top yağmaya başladı. Düşmeden kendimi zor ayakta tuttum. Sonunda Zera’nın yanına varmıştık. Hemen ofise gittik, kurucumuza sordum: ” Neden Sevgi bu bilekliği istiyor, onun bu bileklikle ne işi olabilir?” dedim. Zera, “Çok basit. Sevgi aç gözlülüğünden bir yıl sonra alacağı sihri şimdi almak isteyince ve benim bilekliğimde de o sihir olunca beni kaçırıp bilekliğimdeki sihri alabileceğini düşündü.”
Sevgi aç gözlülüğünün bedelini bir yıl boyunca sihirsiz kalarak ödedi, ve hatasını anladı. Bizlerde bir görevimizi daha başarıyla tamamlamış olduk.