BİR GÜNDE BİN KEŞİF

Yıl 2438, dünyaca ünlü mühendis profesör Wayne Pratt ve ekibi, Boston şehrinin dışındaki özel üstte zaman makinesini keşfetmek için kendisine ve ekibine ayrılan laboratuvarda çok önemli dakikalar geçiriyordu. Wayne Pratt’in oğlu Kevin Durant o sene dokuzuncu sınıfa geçmişti. Kevin hem derslerinde çok başarılıydı hem de basketbol konusunda üst düzey bir yeteneğe sahipti. Bay Wayne, oğlu Kevin’ın basketbola olan ilgisi ve yeteneği nedeniyle onu üniversiteye başladığında Texas Üniversitesi okul takımına gönderdi. Durant’ın okul takımında yıldızı parlarken babası Wayne Pratt ekibi ile zaman makinesini keşfetti. Keşfinden sonra televizyondaki her haber programı bu büyük keşfi anlatıyordu. Bay Wayne ve ekibi ile birçok röportaj gerçekleşti. Bir çok kurum kendilerine çalışma teklifinde bulundu. Wayne ve ekibi gelen davetleri değerlendirip en yararlısını seçmeye çalışıyordu. En sonunda  dünyaya en çok katkı verebilecekleri teklifi kabul ettiler. Kabul ettikleri kurum paleontoloji ve arkeoloji ile ilgileniyordu. İlk görüşme toplantısı çok iyi geçmişti. İşlerinde zaman makinesi ile yakın tarihlere gidip keşif yapıyorlardı. Bir gün kurumun genel müdürü kendilerinden altmış beş milyon yıl öncesine gitmelerini istedi. Bay Wayne bu teklifi duyduğunda çok şaşırmıştı. Bu konuda kendisine gelen maaş teklifi çok yüksek olsa bile reddetmişti. O akşam eve geldiğinde oğlu Kevin ve eşi Wanda ile bu konuyu konuştu. İkisi de gidip insanlığa bir büyük katkıda daha bulunmasını istiyordu. Zaman geldi çattı ve yüzlerce kamera önünde altmış beş milyon yıl öncesine korunaklı kıyafetler ve altı kişilik bir grup ile gittiler. Zaman tünelinden yaklaşık dört dakika içinde geçip sonunda dinozorların dünyada yaşadığı zamana gittiler. İlk adımlarını kumsala attılar. Ekibin üyelerinden Jack adım attıkları gibi “Benim için küçük ancak insanlık için büyük bir adım.” dedi. İlk karşılarına çıkan dinozor Deinosuchus (Gelmiş geçmiş en büyük timsah) olmuştu. Onu gördükleri gibi nefesleri yetene  kadar ondan uzağa koştular. Ormana girmişlerdi. Ormanda karşılarına her an bir canlının çıkabileceğini biliyorlardı. O anda kafalarının üstünden bir Pterodaktil geçmişti. İlk sesten anlayamamışlardı ancak onu gördüklerinde ne olduğunu anladılar. Düm düz nereye gittiklerini hiç bilmeden ilerliyorlardı. Derken karşılarına T-REX çıktı. T-REX’in kükremesi gerçekten beyinlerine kazınmıştı. T-REX’in etrafından dolaşıp yola devam ettiler. Yolun sonuna gelmişlerdi çünkü zaten T-REX’in arkasında yüzlerce kilogramlık dinozor iskeletleri vardı. O iskeletlerden yalnızca bir parça alabiliyorlardı çünkü adanın öbür tarafına kadar tüm iskeleti hiç bir şekilde taşıyamazlardı. Hepsi farklı dinozorların kafatasıydı. Kafataslarından hangi dinozor olduğu rahatça anlaşılabiliyordu. Kafataslarını sökerken bir Megaladon (Tarihin en büyük köpek balığı) ile bir Deinosuchus’un kapışmasına tanık oldular. En sonunda Megaladon sivri dişleri ile Deinosuchus’u ikiye ayırdı. Kafataslarını alıp zaman makinesinde kendi zamanlarına döndüler. Döndüklerinde araştırmaları paleontoloji konusunda tarihe geçmişti. Bay Wayne eve Kevin ve Wanda’nın yanına döndüğü için çok mutlu olmuştu. Bay Wayne her röportajında  bu anlar anlatılırken “Hayatımın en heyecanlı anlarıydı.” cümlesini tekrarlıyordu.

(Visited 15 times, 1 visits today)