Güneş batarken, gökyüzünü pembe ve turuncu renklerine boyadığını fark ettik ve zamanın da nasıl geçtiğini fark etmediğimizi anladık. Kamp alanımız için odun toplama görevi basit bir görev olarak başlamıştı ama birden bire beklenmedik bir maceraya dönüştü… Güneş tepedeyken tanıdık olan orman, gece karanlığında korkunç bir labirente dönüvermişti adeta…
Her adımda ağaçlar, arkamızdan bize doğru gelen bir yırtıcıymış gibi hissettiriyordu. Nereye gittiğimizi kaybettiğimizi anlamamız pek de uzun sürmemişti; seslerimiz kara gökyüzü tarafından yutulmuştu sanki. Hava soğumuştu ve kalplerimizde bir huzursuzluk hissi oluşmaya başlamıştı. Bize, medeniyetin son kalıntıları gibi gelen yerdeki plastik şişe ve bardaklar yön gösterecekti adeta… Çaresizlik ve umutsuzluk duyguları baş göstermeye başlamıştı fakat kendimizi bu hazin durumdan kurtarmak için bir şeyler yapmamız gerekiyordu.
Korkumuza rağmen, geceyi geçirebileceğimiz bir barınağa ihtiyacımız olduğu biliyorduk. Ormandaki korkunç yerel yaşam ve değişen hava durumdan korunmamızın tek yolu buydu. Dolaşırken, Ayın yumuşak ışığının düştüğü küçük bir alan keşfettik. Soğuktan titreyen ellerimizle ağaçlardan düşen dalları ve kurumuş yaprakları topladık ve gecenin vahşi soğuğundan korunmak için küçük bir sığınak inşa ettik. Yaptığımız bu ufak kulübe pek de hoş olamasa da bizi dışarıdaki hayattan korumaya yetecek kadar sağlamdı.
Isınmak için birbirimize sokulurken, Orman, yaprakların hışırtısı, bir baykuşun ötüşü, uzaktan gelen bir kurdun ulumasıyla daha da korkunç bir hal alıyordu.
Her ses endişemizi arttırıyordu fakat bizi hayatta tutan korku ve heyecandan başka bir şey değildi. Onlar hışırdadıkça, öttükçe ve uludukça biz de geri ötüyor, uluyorduk…
En sonunda, yorgunluk, tükenmişlik, açlık, susuzluk ve uykusuzluk bizimle uğraşmaya başlamıştı. Yapacak pek de bir şey yoktu, biz ormanda avcı değil avdık… Yanımız aldığımız atıştırmalıkların da sonu gelmiş, mataralarımız da boşalmıştı. Her şeye rağmen devam ettik, ettik, ettik…
Şafak vakti geldiğinde, gecenin kara örtüsünü yaran yumuşacık bir ışık, bir umut ışığı, yeni bir günün başlangıcını müjdeliyordu. Tazelenmiş umutlarımızla, medeniyete dönüş yolculuğumuza başladık. Güneşin sıcacık ışığı bizi yönlendirirken, kafamızı toparladık sanki açlık ve susuzluk hiç bir zaman bizimle uğraşmamıştı ; her dönüm noktası, her ağacı, her ağacın üzerindeki yosunu birer ipucu olarak benimsemiştik. İşte bu bizim eve dönüş hikayemizin başlangıcıydı.
Saatler dakikaları, dakikalar saniyeleri takip etti ve sonunda ormanın derinliklerinden yorgun ama zafer dolu bir şekilde çıktık. Tecrübelerimiz Bilgilerimiz sınamış olsa da aynı zamanda arkadaşlar arasındaki bağlarımızı güçlendirmişti. Bu olayların başladığı kamp alanımıza döndüğümüzde, doğayı bir daha asla küçümsemeyeceğiz dair birebirimize ve daha önemlisi Doğa Ana’ya söz verdik.
Gece tehlikelerle dolu olsa da aynı zamanda insan cesaretinin ve dayanıklılığının da bir kanıtıdır. Bundan sonra ne zaman bir ateşin etrafına toplanıp o gece yaşadığımız maceraları anlatırken, hayattaki korku ve heyecan arasındaki hassas dengeyi sonsuza kadar hatırlatacağımızı biliyorduk.