İşte geldik okul kampına, herkes servislerden inip çadırlarını almaya çıktı. Yol boyunca Arel’le takıldım. Otobüsten indikten sonra ikimizin kalacağı bir çadırı kurmaya başladık. Ve nihayetinde bitirdik, çok uğraşmıştık ama sonunda başarmıştık. Birden Burcu hocanın sesini duyduk, herkesin kampın ortasına toplanmasını istedi ve konuşmaya başladı.
“Arkadaşlar, herkes çadırını kurdu ve şu anda akşam olmadan burayı bizim kamp alanımız haline getirmek için uğraşmalıyız. Gruplara bölüneceğiz, kızlar siz benimle burayı temizleyeceksiniz, dalları falan alacaksınız ki kimseye bir şey olmasın. Ve evet, Ahmet, Arel ve Çınar, siz odun toplamaya gideceksiniz.” Biraz tereddüt ettik ama mecburduk, Burcu hoca bize Çınar’ı da vermişti, o da bizim yakın bir arkadaşımızdı. Kamp alanından uzaklaşmadan odun ve dal arıyorduk, çok iyi muhabbet ediyorduk. Birden Arel bir ağacın yakınına koşarak gitti, biz de Çınar’la onu yakalamak için peşinden gittik. Ve Arel dedi ki, “Bakın, burada çok fazla kuru dal ve odun var.” Hepsini kollarımıza aldık ve tam kamp alanına gidecekken, Çınar’dan bir ses çıktı, “Beyler, nerede olduğumuzu bilen var mı?”
İşte orada durduk, kamp alanının yerini hatırlamıyorduk. Döndük dolaştık ama daha çok kaybolduk. Havada kararmıştı, yapacak bir şey yok deyip ağacın kenarına oturduk. Arel büyük bir varil getirdi, “Beyler, odunları koyun.” dedi. Çınar ile koyduk ve Arel çakıl taşı ile ateşi yaktı. Biraz ısındık ve Çınar bizim adımıza en çok endişelenen kişiydi.
Birden uyandık, sabah olmuş, hepimiz çok yorulmuşuz. Ve bir ses duyuldu, “Ahmet, Arel, Çınar, neredesiniz?” Bu Burcu hocanın sesiydi. Hemen Arel’i ve Çınar’ı uyandırıp, “Buradayız, buradayız.” dedim. Ve kamp alanına döndük, bizim için çok endişelenmişlerdi neyse ki bir şey olmamıştı. İşte böyle bir anımdı.