Hep duyarız dürüstlüğün önemini. Saydam olmanın, yalan söylememenin hayatımızda bize kazandıracaklarını… İnsan fark etmeksizin bize birinin yalan söylediğini anladığımızda hem kırılırız hem de kalp kırıklığına uğrarız. O insanın gözümüzdeki değeri geri alınamayacak zararlara uğrayabilir. Yalan yıkıcıdır, serttir. Bazen ise yalanın ilişkileri kurtarabileceğini, “pembe yalanların” söylenenlere savunma olarak kullanıldığını duyarız. Aslında yanlış bir cümlenin asla bir savunması olmamalıdır değil mi? Ancak bazıları gerçekleri duymaya hazır hissetmez kendini. Gerçeklerin acıttığının farkındadır besbelli ve yalanlarla yetinmek ister. İşte ben de yalanlarla yetinenlerden, doğrulardan kaçan olmuştum hep. Ne demiş Nietzsche “İki farklı insan var: gerçeği bilmek isteyenler ve yalana inanmak isteyenler.” Ben hep yalana inanandım kısacası. Ta ki o kaçtığım doğruları duymanın, inanabilmenin önemini anlayana kadar.
Camdan sızan soğuğun rahatsız edici hissiyle uyandım yatağımda. Kollarım, bacaklarım buz kesmişti. Hızlıca kalkıp camı kapattım. Boğazı seyrettim bir süre camın arkasından. Hayallerimin şehrindeydim sonunda. Herkesin gürültüsünden, kalabalığından korktuğu şehir benim rüyalarımı süslemişti küçüklükten beri. İstanbul’da okumaya karar verdikten sonra başka bir şey düşünemez olmuştum. Üzerime hırkamı giyip kahvaltı hazırlamak için mutfağa giderken gözüm duvardaki saate takıldı. Kalkmayı planladığım saatten çok önce kalkmıştım aslında. Biraz yürüyüş yapıp okula geçmeden önce deniz kenarında bir şeyler yiyebilirim diye düşünerek tekrar odama yöneldim giyinmek üzere.
İşte bu diye geçirdim içimden denizi izlerken. Yıllardır yapmak için can attığım şeyleri yapabiliyor olmanın verdiği haz inanılmazdı. Deniz kokusunu içime çekerek ayağa kalktım. Elimdeki boş kâğıt bardağı ve peçeteleri çöpe attıktan sonra beni okula götürecek olan dolmuşu beklemeye başladım.
Sınıfıma yürürken hep gördüğüm yüzler yanımdan geçip gidiyordu. Samimiyetsiz günaydınlar, arkası dolu olmayan iltifatlar… Hepsine alışmıştım artık. Başarılı bir öğrenciydim, notlarımı düzgün tutmaya çalışırdım ve zorunlu olmadığı sürece ders kaçırmazdım. Bu da dolayısıyla notlarım için, sınavlarda “yardım” için etrafımda dolaşmaya başlayan insanların belirmesine sebep olmuştu etrafımda. Daha ilk yılım olduğu için yakın sayabileceğim arkadaşlar edinememiştim aynı zamanda. Dersliğe girip oturacak yer aramaya başladım. Aldığım en kalabalık derslerden biriydi ve herkes ön tarafları kapmıştı. Arkalara doğru ilerleyip boş bir yere oturdum.
Dersin başlamasına yakın yanıma siması tanıdık olan ama hiç muhabbetim olmayan bir çocuk oturdu. Adı Kerem olmalıydı. Gülümseyip önüme bakmaya devam ettim. “Nasıl dayanıyorsun?” diye sordu. Anlamlandıramadım. “Neye?” “Bu kadar insanın sadece kendi eğitim hayatlarını kurtarmak için sana yakın davranmalarına.” Şaşkınlıkla suratına baktım. “Hayatımla yakından bir ilgin var anlaşılan?” “Hayatınla yakından ilgilenmeyen bir insan bile bu gerçeği anlayabilir.” Gözlerimi devirdim. “İnsanlara yardım etmekle bir zorum yok.” Güldü. “İnsanlara yardım etmiyorsun, kendini kullandırtıyorsun.” Ettiği laflar sinirime dokunmaya başlamıştı. “Seni alakadar eden bir durum olduğunu sanmıyorum.” Hızlıca ayağa kalktım. “Sinirlendirmek istememiştim.” Ayaklarını çekmesi için gözlerimle ayaklarını işaret ettim ve sınıftan çıktım.
Kendimi çimenlere adeta fırlattım. Kendini ne zannediyordu? Sakinleşmek için derin nefesler almaya başladım ve gözlerimi kapattım. Gerçekten söylediklerine mi sinirlenmiştim yoksa söylediklerinin doğruluğuna mı? Dersten çıktığımı fark etmemle beraber sinir kat sayım da artmış oldu. Kalkıp kampüsün içinde yürümeye başladım ve Kerem’in dediklerini düşündüm. Gerçekten iki arkadaşım olsun diye buna neden müsaade ediyordum ki? Normalde notlarımı paylaşmakla, söylediğim gibi yardım etmekle bir derdim olmazdı ama bu insanların niyeti belliydi. Arkadaş olmak ise niyetleri kesinlikle değildi. Gerçekler yüzüme biraz sert çarpmış olsa da şimdi iyi hissettiriyordu.
Yürümeye devam ederken karşıdan “Notlar var mı ya?” demeye bayılan canım arkadaşlarımın geldiğini gördüm. Beklediğim cümleyi duymak için suratlarına baktım. “Selam ya. Görüşemedik bugün. Matematiğin notlarını atar mısın bir ara?” dedi içlerinden biri. Gülümsedim. “Bu sefer başkasından istemek istersiniz belki. Ama görüşelim bir ara.”
Okul çıkışı mutlulukla eve yürürken üzerimden bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Aylardır her okul çıkışı eve gidene kadar kafamın içinde notları atmam lazım düşünceleri dönerdi. Yakınımda duyduğum ayak sesleriyle kafamı kaldırıp yanıma baktım. “Ne yaptığını bilmiyorum ama ders çıkışında herkes not dileniyordu.” Deyip güldü Kerem. Kıkırdadım. “Teşekkür ederim uyarın için. Sert çıkışım için de kusura bakma.” “Önemli değil ya, haddimi aştım biraz.” Elinde tuttuğu kağıtları uzattı. “Bu ne?” diye sordum. “Bana sinirlenip çıktığın dersin notları. Fotokopide işim vardı, gitmişken sana da çektireyim diye düşündüm.” Yaptığı jestle kalakaldım. “Teşekkür ederim ya, zahmet etmişsin.” “Lafı bile olmaz. Bir şeyler içmek ister misin, işin yoksa?” Kafamı olumlu anlamda salladım. Galiba aylar sonra doğruları duymak bana bir arkadaş kazandırmıştı.