Bir Daha Mı Geleceğiz Dünyaya?

Keşke daha çok çalışsaydım… Keşke öyle yapmasaydım… Keşke daha önce söyleseydim…

Ah bu keşkeler yok mu, yaptığı şeylerden şüphe ettiriyor insanı. Oysa ne kadar da emindik
hareketlerimizden; anlık yaşanan özgüven patlamasıyla edilen laflar, göğsümüzü kabartarak
yürümeler, çekingenlikten kaçırılan fırsatlar, “Ya benimle dalga geçerlerse?” iç seslerine yenik düşüp susmalar…

Bir dakika! Çekingenlikten fırsat kaybetmek mi? İnsanlar dalga geçerse diye ses çıkaramamak mı? Az önce “Bu keşkeler emin olduğu şeylerden şüphe ettiriyor insanı.” demiştim sanırım; çok özür dileyerek, izninizle, ifademi değiştirmek istiyorum: Geçmişte takılıp kalmamıza neden oluyor bu kaynağı bilinmez hayıflanma. Geçmişe takılmamızsa istediğimiz şeyleri yapamamamıza!

Her ne kadar fazla basit olacak da olsa size kendimden bir örnek vermek istiyorum. Size de oluyor mu bilmem ama ben belli başlı şeyleri söylemek konusunda çok kararsız kalıyorum. Bunların en başında ise “Çok yaşa!” geliyor. Evet biliyorum, kulağa epey tuhaf geliyor ama bunu gerçekten çok sık yaşıyorum. Mesela ailemle yolda giderken kardeşim hapşırıyor. İşte benim zihin karmaşam burada başlıyor. “Çok yaşa desem mi demesem mi? Neden demeyeyim ki? Keşke hemen hapşırdıktan sonra söyleseydim. Şimdi desem muhtemelen geç olur tuhaf kaçar. Madem öyle neden bunları düşünene kadar demedim ki? Yalnızca iki kelime edecektim, bu kadar düşünmeye gerek yoktu ama geçti artık, şimdi söylemem gereksiz olur.” Epey komik değil mi? İnsan kendi aklıyla bu kadar çelişmemeli bence. Ama gördüğünüz gibi olay ben bunları düşünürken geçip gidiyor, başka konular açılıyor. Oysa belki de benim dediğim ufacık bir “çok yaşa” kardeşimi gün boyunca mutlu edecekti. Olmaz demeyin, hiç düşünmeden sarf ettiğiniz o minicik sözler insanların bütün ruh halini değiştirebiliyor.

Küçüklüğünüzde yapamadığınız ve yapmış olmayı dilediğiniz bir şey var mı? Sevdiğiniz şeyleri söyleyemediğiniz ya da yapamadığınız… Mesela ben küçükken çamurla oynamayı çok severdim, kuzenlerim ve kardeşlerimle sürekli üstümüzü başımızı kirletir eve dönerdik. Bir keresinde bizi gören bir teyze “Evladım, anneniz babanız kızmıyor mu böyle eve dönmenize?” diyerek bizi azarlamıştı. Annemin bize kızmadığını söylemiştim ama çocuk aklı işte, yine de teyzenin dedikleri içime oturmuş ve annemden özür dilemiştim. Annemin o gün bana dedikleri hâlâ aklımdadır: “Yapmadığın yanlışlar için özür dileme. Kıyafet bu; yıkarsın temizlenir, eski haline döner ama sen bir daha bu yaşına dönemezsin. O yüzden sen gönlünce eğlen, ben gerekirse her gün senin kıyafetlerini yıkarım.”

Evet, buna göre metnin ana fikri aşağıdakilerden hangisidir? Anlattıklarımın biraz dağınık olduğunun farkındayım o yüzden cevabı size kendim vereceğim. Geçmiş zamanlarda yaptığımız hatalar bize ayak bağı olmamalı, onların gölgesinde yaşamamalıyız. Hayatımıza “keşke”lerle değil, “acaba”larla devam etmeliyiz.

Kedilerin dokuz canı olabilir ancak bizim yalnızca bir hayatımız var: Mutluluğumuzla, üzüntülerimizle, pişmanlıklarımızla ve gururlarımızla dolu koca bir hayat… Hiçbir şey için geç değil, elinizdeki bu hazinenin kıymetini bildiğiniz sürece; hiçbir “Çok yaşa!” gereksiz değil, sahibine ulaştığı sürece! Söylenen bir sözün sizi incitmesi, söylenmeyenin incitmesinden daha iyidir emin olun. Bu yüzden dökün içinizdekileri, olan tek canınızı sonuna kadar kullanın. Bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz!..

(Visited 27 times, 1 visits today)