İş çıkışı balık almak için hale gittim bir cuma akşamının keyfinin tadına varabilmek adına. Gece yaşamayı sevenlerdenim, gecenin tadı bir başkadır. Durakta otobüs beklerken balıkları yağda mı kızartsam yoksa fırında mı pişirsem karar vermeye çalışıyordum.
Tabakta kalan son kızarmış balığa bakıyordum, masada boş bir bardak, karşımda boş bir sandalye vardı. Yine o tanıdık his kapladı içimi, inceden bir hüzünle. Kalktım perdeleri açtım, sokağın cıvıltısı biraz olsun eve girer diye. Dolunay vardı bu gece, ay kabak gibi karşımdaydı. Seyre daldım bi süre. Radyoda değişen müziğin tanınmadık sesiyle irkildim, kendime geldim.
Sabah masayı toplamadan, perdeleri kapamadan çıktım evden. Sabah güneşinin hafif sıcaklığı tenimi ısıttı, sokaklar yeni yeni uyanıyordu. Ilık esen rüzgar baharın habercisiydi sanki. Severdim bahar mevsimini, baharda bir heyecan vardır, bir uyanış, bir umut vardır. Herkes yaz planlarını yapmaya başlar. Tatil acentaları dolup taşar bu mevsimde. Oysa azdır bileni asıl güzelliğin baharda olduğunun. Ne heyecan verir insana ağaçların beyaz beyaz tomurcuklanması, yeni yeni çiçek açması. Ne güzeldir uzun akşamüstü balkon muhabbetleri güneşin yavaşça batışını seyre dalarken.
İşte yine evrakların arasında boğulduğum bir günden sonra biraz kafa dağıtmak için kitapçıda dolandım. Kitapların arasında gezinmek bambaşka bir dünyaya girmek gibiydi. Etrafınız binbir çeşit fikirlerle, hikayelerle doluyken heyecanlanmamak elde değil ki. Rafların arasında gezinirken gözüme bir şey ilişti. Yerde rafın altına sürüklenmiş bir kitap, merak bu ya gittim aldım kitabı. Biraz inceleyip satın almaya karar verdim.
Kitabın 116. sayfasını çevirdiğimde el yazısıyla yazılmış bir telefon numarası gördüm. Merakıma yenik düşüp aramaya karar verdim. Telefonun öbür ucundan gelen sesle beynimden vurulmuşa döndüm. Bu gerçek olabilir miydi? Onun sesini duyuyordum.
1 yıl önce şubat ayının 21. günü bir cuma gecesi… Evden bir hışımla çıktım, masayı toplamamış, perdeleri kapamamıştım. Kendimde değildim adeta. Hastaneden gelen telefonla aklım başımdan gitmişti. Tir tir titriyordum korkudan, ya ona bir şey olursa, ne yapardım ben? Nefes alabilir miydim bir daha onsuz?
Yoğun bakım ünitesinin kapalı kapıları ardında yere oturmuş boşluğa bakıyordum. Aklımdan tek bir şey geçmiyordu ondan başka. Sabah ölüm haberini vermişti doktor. Bense kabullenemiyordum kaybetmiştim kendimi. İnsan diğer yarısı olmadan yaşayabilir miydi? Biricik eşim, hayat arkadaşım bırakmıştı beni dünyanın zalim kollarına tek başıma. Gözümden yaşlar süzülürken sanki hava katılaşmıştı, nefes alamıyordum.
Şimdiyse üzerinden 1 yıl geçmişti. 1 yıldır bir yarım eksik yaşamayı öğrenmeye çalışıyordum. Kendimi her şeyden soyutlamıştım. Yaşayan bir ölüydüm sanki. Genzim yanıyordu, ellerim titriyordu, telefonu düşürdüm.
Arabaya binerken kulağımda son sözleri yankılanıyordu. “Yaşamaktan vazgeçme sevgilim…” Hayalimizin peşinden gitmek adına çıktım yola. Her zaman istediğimiz gibi deniz kenarında bir balıkçı işletecektim. Yerimiz hazırdı, bense bir türlü cesaret edememiştim tek başıma devam etmeye. İnsan yaşayacaklarını tercih edemiyor, bazen sadece hayatın akışına ayak uydurmak lazımmış…