Profesör oldukça rahat, geniş ve bir o kadar da eski koltuğuna yayılmış; tam arkasındaki yeni temizlenmiş, pırıl pırıl penceresinden içeriye süzülen güneş ışığının altında mütevazı odasını seyre dalmışken birdenbire çalan kapı tüm keyfini bozuverdi. Normalde hiç ziyaretçisi olmazdı, ne de olsa pek de arkadaş canlısı değildi ancak çalan bu kapı, ona normal bir ziyaretçiyi haber vermemişti, hayır; aksine uzun zamandır beklediği birinin sonunda geldiğini müjdelemişti. Boş bakan gözlerine parlak bir ışık yayıldı, sıcak bir gülümseme de bunu takip etti. Aniden dikeldi, ütülü ceketini düzeltti, ağır adımlarla kapının önüne geldi ve içinde bulunduğu tarihi üniversitesinin belki de bir o kadar da eski olan kapısını yavaşça açtı. Kendi boylarında, genç ve keskin bakışlı biri karşıladı onu. Genç adam yepyeni ve cilasının yakın zamanda yapıldığı belli olan siyah ayakkabısı ve takım elbisesiyle karşısında durduğu profesörü selamladı ve izin istemeden odaya girdi, bir dakika önce profesörün keyif çattığı koltuğun karşındaki sandalyeye yerleşti. Genç adam içeri girer girmez arkasından kapıyı kapatan profesör ise misafirinin aldırış etmeyen tavırlarını görmezden gelip: “Bir çay alır mıydınız?” diye sordu. Genç adam memnuniyetle başını salladı ne var ki halinden sadece çay içmeye gelmediği açıkça anlaşılıyordu. Profesör doldurduğu bardakları servis etti ve yeniden o çok sevdiği koltuğuna gömüldü.
Birkaç dakika sevimsiz bir sohbet hakim oldu odaya, duvara dizili onlarca kitap, o güne kadar böyle tatsız ve kuru bir sohbet görmemişti herhalde. Fakat biraz sonra, genç adam boş çay bardağını önündeki iyi işçiliğe sahip meşe sehpaya sertçe bırakınca, profesör gömüldüğü koltuğunda biraz dikeldi. Sana bir mektup getirdim, dedi genç adam; elindeki kapalı ve kırmızı damgalı zarfı uzatırken. Profesör zarfı aldı, inceledi lakin açmadan sehpaya bıraktı. “Neden okumak istemiyorsun?” diye sordu genç adam bu sefer, gerçekten de merak etmişti çünkü. Derin bir şekilde iç çeken profesör ise şöyle yanıtladı: “Eski yaşamım ve anılarım hiç peşimi bırakmadı, nitekim sen; karşımda duran ve bana sırıtan sen, bunun en büyük kanıtısın.” Birden gözlerindeki o ışık uçup gitti, şimdi de ölümü görmüş ve halen üzerine gitmekten çekinmeyen bir askerin donuk bakışı vardı gözlerinde. Yüzündeki o hayat heyecanı ile yani tanışmış birinin sıcak gülümsemesi ise büyük badireler atlatmış, aksi, ihtiyar bir adamın yüzündeki asık suratı daha da donuklaştıran mutsuzluk ifadesiyle yer değiştirmişti. Bunu fark eden genç adam hiç duraksamadan, “Umarım ne için burada olduğumu biliyorsundur.” dedi elinin tersiyle üstündeki ceketi arkasına doğru iterken.
İşte tam o anda profesör, genç adamın belindeki silahı fark etti. Sanki birden içine güneş ışığı dolan oda o değilmiş gibi kasvetli bir hava sardı odayı. Sanki tarihi binanın içinde esmeye başladı rüzgarlar, tüm iyi ve sıcak duyguları silip süpürerek. Çalan telefonun sesi ile irkilip arkasını dönen profesör, havanın birden karardığını, bulutların adeta odaya giren ışığı kesmek için güneşin önünde toplandığını gördü. Tekrar önüne döndüğünde ise genç adamın çalan telefona doğru yeltendiğini fark edip, “Sakın o telefonu açma!” diye haykırdı. Genç adam profesörün boğuk sesini duyunca ahizedeki elini geri çekti ve tekrar koltuğa oturmadan profesöre döndü. Artık zamanı geldi, değil mi, dedi genç adam elini beline götürürken. Profesör ise hiç aldırış etmeden, hiçbir mimiğini hareket ettirmeden, bir robot edasıyla genç adama döndü ve şöyle dedi: “Bir çay daha?”
Genç adam silahına davrandı ancak davranır davranmaz pencereyi tuzla buz ettiği gibi genç adamın cansız bedenini yere seren bir kuşun tereddüt edilmeden, bir an bile duraksanmadan ateşlendi. Genç adamın ölümünü duygusuzca seyreden ve çayından son bir yudum alan profesörün de kaderi genç adamınkinden farklı olmadı.
Bir sonraki gün karanlık cinayet mahalline gelen polisler, üstünde parmak izi bulunmayan zarfın içinden çıkardıkları mektupta şu satırları okuyacaklardı:
“Sevgili Dostum,
Anılar, hiç peşimizi bırakmazlar Ne kadar çalışırsan çalış İhanetinin bedeli ödenene kadar Ne yaz ne de kış Durmayacaklar hiçbir zaman İntikam ateşi peşindeyken Kaçamayacaksın, ne yazar koşsan Ve asla unutma! Tek şey yapabilirsin şu koca dünyada Çünkü, Ölümdür seni affettiren.
Elveda.
Eski Dostun”