Eğer bir bulut olsaydım doğduğum ufukları terk etmezdim. Yüksekte durur, aşağıda koşturan insanların dünyasına bakardım. Sabah güneşinin sıcaklığına uyanır, rüzgarın nazikçe beni itmesine izin verirdim. Belki bir dağın zirvesinde durup gölgesini aşağıdaki köye bırakırdım. Belki de uzaklara gidip bir çölü serinletirdim.
Ama bir bulut olsaydım kendi hürriyetimin de sınırları olurdu. Fırtına beni çekiştirirken, yıldırımlar beni ürkütürdü. İnsanlar bana bakar ve yağan yağmurlarımla kimi zaman beni över, kimi zaman beni suçlardı. “Huzuru getiren bulut,” derlerdi; ya da “her şeyi mahveden kara bulut!”
Bir gün, bir çocuğun yüzüne bakardım. Çocuk beni fark eder, elini uzatır, sanki beni tutabilecekmiş gibi… O anda, insanlara yağmurdan daha fazlasını verebileceğimi anlar, damlalarımın altında hep mutluluk bırakmak isterdim. Ama sonunda bu dağılacağımı bilirdim, çünkü bulut olmak, geçici olmayı kabul etmekti. Ve belki de bu yüzden güzeldi; her an, bir hikaye yazma fırsatıydı.