Beyazın İçinde Birazcık Siyah

  1. Sene 1952, henüz 11 yaşındayken bir sabah kapının yumruklanışını hiç unutamıyorum. Küçük dünyamda şaşkın bakışlarımın arasında bir grup beyaz adamın babamı yumruklayıp evden çıkardıklarını gördüm. O sırada annemin çığlıklarını ise asla unutamam. Neler olduğunu anlayamadan yaka paça götürülüşü bende çok derin izler bıraktı. Bir daha babamı asla göremeyeceğimi biliyordum. Beyaz adamlar diyorum ama aslında ruhlarının karanlığında simsiyah yani benden daha siyahi olan adamlardı. Bizim tenimizin siyah oluşu onların vicdanının kara oluşundan daha aktı.

Evet, ben Noa. Tenimin rengi dışında vicdanı, yüreği bembeyaz olan Namibyalı Noa. Bu dönemin en sancılı, en sıkıntılı ve en acımasız anlarından biriydi ten ayrımcılığı. Oysa dünya herkesindi ve kimsenin kimseye üstünlüğü yoktu. Ben Apartheid rejiminin en yoğun döneminde hayatta kalmaya çalışan, sayısız siyahi ailenin çocuklarından yalnızca biriyim. Hepimizin kaderi aynıydı ama bunu değiştirmek bizim elimizdeydi. Belki zaman alacaktı ama bu olacaktı ve olmalıydı. Bu rejimin yasalar çıkartarak ırksal ayrımcılığı savunan bir sistem olduğunu, beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğunu savunan bir ideoloji ve bir süreç olması bütün siyahilere acı veriyordu. Bu sistemin kurbanlarından biri olarak beyazlar en üst kademede yer alırken siyahiler toplumda vatandaş bile değillerdi. 13 yıl geçmişti aradan ve hala babamı bekliyordum. Bir gün geleceğine inanarak veya kendimi inandırarak beklemeye devam ettim. Annemin gözündeki yaşlar dinmedi ve ben o gün kendime bir söz verdim. Gün gelecek ve bizleri yaka paça yerlerde sürükleyen beyaz üstün ırkı, en adil duygularımla, vicdanımla yansız ve tarafsız bir şekilde yargılayacaktım.
Zaman hızla akıp geçiyordu, kıyımlar, haksız tutuklamalar, hakaretler, insanlık dışı muameleler ve daha sayamadığım birçok insanlık suçu işleniyordu. Bu ayrımcılık toplumun tabanında bir gün insan hakları ve demokrasiye olan inancın varlığını veya geleceğini şüpheye düşürüyordu. Ülkenin polisleri, güvenlik birimleri ve yargısı büyük bir ahenk içerisinde bu ayrılıkçı rejimin uygulanması için canla başla savaşıyordu. Ülkenin çeşitli toprak parçalarının üstüne white area (beyaz alan) yazan tabelaları asla unutamıyorum. Bize ait olan toprakların düşük fiyatla beyazlara satılmasını, siyasi partilere girmemizin yasaklanmasını ve daha sayamadığım birçok usulsüz, haksız ve insanlık dışı uygulamaların bizlere dayatılması ve uygulanması yüzünden çeşitli zorluklar çekmiş, hayatını kaybetmiş, işkenceye maruz kalmış ve en önemlisi küçük dünyalarında büyük hayaller kuran çocukların geleceklerini ellerinden almışlardı ama hayallerini gerçekleştirmeye ant içmiş birçok siyahi çocuk gibi ben de bir gün hayallerimi gerçekleştireceğime olan inançla bir kere bile olsa umudumu kaybetmedim ve şimdi uluslararası adalet divanının 15 yargıcından biriyim.
Adaletin, huzurun ve yaşam hakkının insanların tenlerine, cinsiyetlerine, dillerine ve dinlerine göre yargılanarak değil, insanın doğuştan sahip olduğu çekirdek haklarıyla bir bütün olduğunu ve yargılamanın bu usule göre yapılması gerektiğini ve yaşam hakkının sonuna kadar savunulması gerektiğini düşünen bir yargıç oldum. Kısacası ‘Girilmez!’ yazan kapıyı ardına kadar açmış bulundum…

(Visited 324 times, 1 visits today)