Ben iki bin elli yılına kadar sıradan olduğumu sanan on sekiz yaşında bir gencim. New York’ta yaşıyorum. Annem, babam, ben ve küçük kardeşimden oluşan bir ailem var.
Hadi iki bin elli yılından bahsedelim. Sıradan bir pazartesi okuldan çıkıp eve gidiyordum. Yakın arkadaşım Alex ve Michael yanıma gelip çıkışta bir partiye gideceklerini söylediler ve benim de gelmemi istediler. Eve gidip üstüme yeni aldığım kırmızı gömleği giydim. Partide ne olacağını bilmiyordum. Annemi öpüp çıktım. Gömleğimden daha koyu bir kırmızı renge sahip olan bisikletime binip pedal çevirmeye başladım. Partiye vardığımda sınıfa yeni gelen Jennifer’ı görüp arkamı döndüm. Jennifer’ın saçları dalgalı ve kısaydı. Saçının arkasındaki mavi kısım gözüyle aynı renkteydi. Derin bir nefes alıp içeri doğru yürüdüm, geçerken bana yumuşak bir sesle merhaba dedi. Ben de ona gülümseyip merhaba dedim.
İçeride kenarda duran Alex’i görüp yanına oturdum. Sahnenin sağ tarafından birden bir çığlık duyuldu. Bir kadın kocası olduğunu düşündüğüm yerdeki adamın başına oturmuş ağlıyordu. Eğilip ne olduğunu sordum. Kadın yüzüme bakıp birini işaret etti. Gösterdiği kişinin yüzü siyah bir şapka ile kapanmıştı. Kim olduğunu anlamak için yanına yaklaştım. Yüzünün sağ tarafında bir kesik vardı ve kanıyordu. Yanına biraz daha yaklaşıp ‘yüzünüz’ dedim. Bana bir saniye baktı ve hızlı adımlarla dışarı çıktı. Kadının gösterdiği kişi Michael’di.
Sonraki gün Alex’in evine gidip olanları anlattım. Kadının eşi hastaneye alınmıştı. Birkaç soru sormak için odalarına gittim, yavaşça kapıyı tıklatıp içeri girdim. Önce adını sordum ve adının Angela olduğunu söyledi sonrasında neler olduğunu sordum. Bana gösterdiği adamın kocasına saldırdığını ve onu ısırdığını söyledi. Gözlerinin çok açık mavi hatta beyaz sayılabileceğini söyledi ve kocasını ısırdıktan sonra kocasının da gözlerinin beyaza döndüğünü söyledi. Korkarak odadan çıktım. Biz konuşurken Alex’inde kapının önünde olması gerekiyordu çünkü o da bana şaşırmış gibi bakıyordu. Michael’e ne olduğunu anlamak için evlerine gitmeye karar verdik. Hemen hastaneden çıkıp Michael’in evine gittik.
Kapıyı çaldığımızda annesi açmıştı, gözlerinin altı sanki uzun zamandır uyumuyormuş gibi mordu ve çok fazla ağladığı gözünün şişliğinden belli oluyordu. Michaeli’n evde olup olmadığını sorduk, evde olmadığını hatta üç gündür eve gelmediğini söyledi. Alex’le birbirimize baktık ve hiçbir şey söylemeden çıktık. Eve gittiğimde haberler açıktı ve ormanda bir olay olduğunu söylüyordu. Bir adam ağlayarak saldırganın gözünün beyaz renk olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.
Bir hafta sonra olaylar iyice artmıştı ve Alex’le hiçbir şey yapmadan duramıyorduk ormana gitmeye karar verdik. Yanıma bir silah ve fener alıp evden sessizce çıktım. Ormanın kenarındaki yolda Alex beni bekliyordu.
Ormana girdik yaklaşık yirmi dakika sonra çok yüksek sesli bir çınlama duydum ve bağırmaya başladım ,hareket edemiyordum, Alex’e baktım yanına gelen siyah kıyafetli biri onun boynundan ısırdı, Alex de bana bakıyordu. Gözleri yavaşça beyaza döndü ve bana doğru koşmaya başladı. Kendimi toparlayıp silahı ateşledim. Bunu yaptığıma inanamıyordum! Alex’i vurmuştum. Eve doğru hiç durmadan koştum. İki yıl sonra dünyanın yarısından fazlası virüse kapılmıştı. Dünya bir araya gelip her kıtaya güvenli bir şehir yapmıştı.