“Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu.” der Dostoyevski bir yapıtında, her insanın bir zamanlar kendi gözyaşından bile mahrum kalışına ithafen. Fakat her parçalanmış ruhun kendini birkaç inci tanesiyle göstermesini beklememiz doğru olmazdı değil mi?
Gözyaşı her duygu sonucu ortaya çıkabilir belki fakat biliyoruz ki yapısı tuzludur yaşlarımızın: Yarayı yakar ama mikroptan arındırır geçer. Acının en güzel halidir belki de bu yaşlar. Bazen gün gelir tüm gözyaşlarımızı tüketmişçesine ağlayamadan bakakalırız olaylara, bilemeyiz ki ruhumuz mu yoruldu tüm olanlardan yoksa artık alışageldiğimiz şeylerin etkisi mi azaldı üstümüzde.
Bir ruh sıfırdan başlar hayata hatta heyecanlıdır bile belki, zamanla aradaki paravanı kaldırır hayat işte o zaman ruh hastalanmaya başlar. “Umut etmeden, umutsuzluğa da düşmeden.” der her yazısına başlamadan sevdiğim bir yazar; ruhun bir ömür boyu yaşadığını özetlercesine. Paravan kalkınca umutla bakmayı bırakması gerektiğini öğrenir ruh ve bu acıya dayanamaz, ilk gözyaşlarıdır bunlar. Hemen sonra güven duygusunu öğrenir bir ruh, dünyaya güvenle sarılmak ister ve en kötüsü de herkesi kendi gibi sanar. Çok geçmeden anlar ki güvenmek artık bu yeni dünyada bir aptallıktan ibarettir. Bu duyguya inanmayı seçmiş olan ruh gerçekler karşında boyun eğmek zorunda kalınca döker ikinci gözyaşlarını. Sevmeyi öğrenir zamanla ruh, sevilmenin sıcaklığını hisseder, sevginin küçükken annesinin okuduğu masallardakinden bir farkı olmadığını düşünür maalesef. Değer verir hiç olmadığı kadar bir şeylere ya da bazı kimselere, aldanır kendisi gibi sandığı kişilere. Diğer gözyaşları gibi kolay düşmez bu yaşlar çünkü inanmak ister ruh, direnir bu dünyada saf sevginin varlığına olan inancıyla, görmezden gelir çokça da olanları, kabullenemez sevginin üç günlük halini. Aslında hayatın her ruh için farklı planları, öğretileri vardır; ruh bunları almak istemedikçe at gözlüklerini çıkarmaya direndikçe hayat daha da zorlar, üstüne gider ruhun. Ta ki ruh savaşmaktan yorgun düşüp durumu kabullenene kadar. Başta ruh hissedemez herhangi bir şey, uyuşmuştur sadece. Hazır hissedince kendini, izin verir düşmesine üçüncü yaşlarının.
Beklentilerinin aksine travmalarla karşılaşan ruh solmaya çok erken başlamıştır. Sorumluluklarının yükü, yaşadıkları, şahit oldukları ona fazla gelmiştir artık. Daha yolun başındayken kaybolmaktan korkmaya başlamıştır. Altında kaldıklarıyla ezilmektense onları sırtlayıp yola devam etmek ister ruh, hayatla barışmak ister. Mutluluğu hedef bilir artık kendisine. Yıkılanları tekrar yapılandırmak için çabalama kararı alır. Beklediğinden zor olduğunu fark eder ruh, bu yolda her kalkmaya yeltendiğinde geri düşer. Takılacağı çok taş vardır elbet ama düştükçe bir sonraki kalkışı zorlaşır dizindeki yaralardan. Yardım çığlıklarını duyan olmaz ruhun, ne acıdır ki bazen en yakını bile fark edemez bunları. Belki de duyulmadığını hissettikçe yardıma ihtiyacı olduğunu reddeder ruh, “Her ruh yalnızdır.” der kendi kendine. Yaraların kanaması arttıkça katlanılamaz bir hal alır acısı, ne yapacağını bilemez oturup kaldığı yerde. Travmanın yansımasıdır dördüncü yaşlar, dizlerinden akar gider ve çokça yakar.
İyileşmiştir artık dizleri, acının ve yaşanmışlıkların damlalarıyla zehrini akıtmıştır. Tutunacak dalların olduğunu görmeye başlamıştır, onlar sayesinde bir kurtuluş olduğuna inanmaya başlamıştır. Hayata olan öfkesinin yerini artık olgunluğun beraberinde getirdiği anlamlar almıştır. Olması gerekenlerin olduğunu anlamıştır çünkü hayatın kimseye imtiyazı yoktur. Zamanla dağılan parçalarının yerine yenilerini koyabilmeyi başaran ruh artık kimseye ya da hiçbir şeye ihtiyacının olmadığını anlayarak korkularını aştığını fark eder. Kaybetme korkusu, güvensizlik, umutsuzluk, sevilme ihtiyacı… Artık bunlar onun için geçmişten birer izdir. Geçmişini silip atmış değildir hâlâ dizlerine her baktığında yaşanmışlıklarının hüznü onu sarmaya devam eder, beşinci yaşlarını yaraların izleri için döker ruh. Zamanında içinde tuttuğu her şeyi akıtır artık Stefan Zweig’ın dediğini kanıtlarcasına: “Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla.”.