Bir insan aynı anda aynı kişiye ya da aynı olaya karşı zıt duygular içerisinde olabilir miydi? Kalp ve beyin tamamen ters duygular içerisine girerek kendi aralarında karmaşa çıkarabilir miydi? Kafamda bunlara benzer tonlarca soru varken çözümlerini bulmak için makaleler, kitaplar ve gazeteler okuyordum.
Bir tez vardı bu konu hakkında “Aşk ve nefret birbirlerine en çok benzeyen iki zıt duygudur.” evet belki doğruydu peki kanıt neredeydi; deney, gözlem, araştırma neredeydi? Tabii ki ikna olmuyorum, nasıl birinden nefret edip aynı zamanda o kişiye aşık olunurdu ki? Aşkı biliyordum, nefreti de fakat o kadar zıt duygulardı ki, o kadar fark vardı ki aralarında aynı yarışta olabilme ihtimalleri bile yoktu. Ne de olsa yarışlar iki benzer ya da aynı kişi arasında olurdu.
Günler benim bu konuyu araştırmamla geçiyordu fakat o gün aklıma bir soru daha takılmıştı: Öfkelendikçe hıslanırdık, hırslandıkça heyecanlanırdık ve o heyecan bize bazen mutluluk verirdi. O zaman birbirlerini doğuran bu duygular beraber bir yolculuğa çıksalar neler olurdu? Bu sorunun cevabını bulmak için hayaller kurmaya başladım. Zaman akıp geçerken gözlerim kapanmak için direnirken, beynim hayal kurmaya devam etmek istiyordu. Ben ise gözlerimin kapanmasına izin vererek güzel bir uykuya kendimi teslim ettim.
Gözlerimi açtığımda ne okyanus kadar koyu ne de gökyüzü kadar açık mavi olan bir arabada benim dışımda 4 kişi bulunuyordu. Hepsi kendi aralarında bir şeyler konuşuyordu ama ben onların ne dediğini anlamıyordum. Tüm konuşulanlar başka bir dilmiş gibi geliyor ve olaya fransız kalıyordum. Birden sağımdaki kişi bana, balkonları mor sümbüllerle donatılmış, kendisi beyaz,kapısı pembe renkli eve beni götürür müsün, demişti. Bu evi biliyordum çünkü kendi evimden bahsediyordu. Benim evim onun da dediği gibi beyaz ve balkonları ahenkli sümbüllerle kaplıydı. Ona neden o evi aradığını sorduğumda yanıt alamadım. Daha sonra araba yavaşladı ve bir yerde durunca onunla beraber indik ve biz inince araba yola devam etti. Yanımdaki kişi zayıf, uzun, dağınık görünümlü bir kadındı. Merakla adını sordum.Nejla isimli genç bayan upuzun siyah düz saçlara, yemyeşil gözlere, hayatın getirdiği sıkıntılardan olduğunu düşündüğüm sigara izleri olan dişlere, uzun yüzüne pek de uymayan ama göze batmayan bir burna sahipti. İnce dudaklarını oynatarak “Aslında evin yolunu biliyorum, yarış yapmaya ne dersin?” diye bir soru yöneltti. Bense koşmaya bayıldığımı belli ederek heyecanla evet dedim.
Her şey bir anda gelişti ve ikimiz de koşuyorduk fakat anladığım kadarıyla onun koşusu eğlence için değil de kazanmak içindi. Öyle hırsla ve kinle bakıyordu ki bana şaşkınlığımı gizleyemeyerek yavaşladım o ise bu durumu fırsat bilerek öne doğru koştu, yere eğildi, büyük bir taşı benim koşma hizama koydu ve ben kendimi durduramayarak taşa takıldım. Gözlerimi stresten dolayı terleyen sırtımı ıslatan yatağımda açınca Nejla’nın hırs olduğunu ve sadece bir duygu hatta sadece rüya olduğunu anladım,peki arabada bulunan diğer kişiler de duygu olabilir miydi?Bunu merak etmiştim belki onlar da birer duyguydu
Gün boyu far görmüş tavşan gibi gördüğüm rüyanın etkisinde gezerek gece gelse de rüyama devam etsem diye düşündüm. Adeta yeni alınan çikolatayı yemekten sonra yemek için söz veren bir çocuğun sabırsızlığından bende de vardı. Akşam biraz erken bir saatte yatağıma girdiğim için yatakta da kıvranıp durdum tabii bir yere kadar en sonunda uykum geldi ve bir sağa bir sola derken bedenim de gözlerim de hatta beynim bile uyumak istiyordu bense garip bir telaşla gözlerimi kapattım.
Yine mavi arabada aynı koltukta oturuyordum ama biri eksikti: Hırs. Bir eksiklik hissediliyordu çünkü hırs sanıldığı kadar kötü değildi ne de olsa o arabadan inince araba yavaşlamıştı. Hırs gerekliydi fakat bir yere kadar, bizi kolay ve hızlı sonuca ulaştırırdı evet ama araba kavislere gelince, uçurumlara çıkınca hırs arabadan inmek zorundaydı. Oralarda hızlı kullanılmazdı, tıpkı hayattaki gibi hırsın bir yerden sonra durmayı bilmesi gerekiyordu. Hırs durmazsa, inmezse arabadan; kaza yapardık, hayatta tökezler ve kendi duygumuza yenilirdik.
Arabada solumda oturan gözleri arabamızın rengine eşdeğer, heybetli bir vücuda sahip ve üç numaraya vurulmuş saçlara sahip bir adam bana, beni yakınlardaki lunaparka götürür müsün, dedi. Ben de mütevazi bir şekilde kabul ettim. Araba müsait bir köşede durunca arabadan beraber indik. Biz inince araba hızla devam etti. Bu adam arabayı yavaşlatıyorsa kötü bir duygu olabilirdi diye düşündüm ama yola onunla devam ettim. Biz ilerlerken sevimli mi sevimli minik bir kedi adamın bacağının etrafında dolanmaya başladı. Adam ise bir anda kedinin canına zarar verecek biçimde ayağını hırsla çekti. Şok olmuştum ne konuşabiliyor ne hareket edebiliyordum, az sonra kendime gelince kediye uygulanan şiddete müdahale aşamasına geçtim fakat benim de canım yanıyordu. Adam öyle acımasızca kıyıyordu ki kediye benim bile canım yanıyorsa küçücük kedinin canı kim bilir nasıl yanıyordur diye düşünerek hırsın faydalı olanını kullandım ve kediyi almayı başardım. Gördüklerimden sonra gözlerim yaşla dolmuştu. İnsanlar ne ara bu kadar acımasız, cani, pis insanlara dönüşmüşlerdi?
Gitmek istesem de gidemiyordum sanki bir şey geriye dönmemi engelliyordu. Adama yol boyu öfkeli bakışlar atarak lunaparka getirdim. Tam yüzüne tükürmek için hazırlanırken bir anda hızla ilerlemeye başladı. Yine sinir küpüne dönmüş bir yüz ifadesiyle bir kadın, bir çocuk ve bir adama ilerleyen adamı izlemeye koyuldum. Adam bir anda kadına bağırıp çağırırken bir yandan da şiddet uyguluyordu fakat bir kişi bile onu durdurmuyor kadını ayıplıyordu. Araya yine ani bir hırsla girerek adamı var gücümle ittim. Kadın ise ağlayarak adamı aldatmadığını çocukların adamın üzerine dondurma döktüğünü ve kendisinin adamdan özür dilediğini anlattı. Adam ise sinirle her şeyi dinledi ve bir anda çocuğa kükremeye başladı. Minnacık çocuktu o. Kirlenir, kirletirdi. Öfkeydi bu duygu saf ve en fazlasından korkuyla ve tahammül edemeyerek gözlerimi yatağımda açtım.
Bu rüya sayesinde yeni şeyler öğrenmiştim: Öfkeyle yola çıkılmaz, öfke olmasa da olurdu, öfke o kadar kötüydü ki her an kavgaya yol açabilirdi, öfkeyle kalkan zararla otururdu. Öfkenin caniliği beni öyle etkilemişti ki gün boyu aklım öfkede kalmıştı. Günün sonunda uyumaktan korkar hale gelmiştim. Öfke ne kadar da kötü bir duyguydu. Bir insanda bulunması gereken en son duygular arasındaydı.
Her zamanki gibi gecenin ilerleyen saatlerinde uykumartıyordu ve ben korkudan uyumak istemiyordum ama eninde sonunda dayanamayıp gözlerimi uykunun derinliklerine kapattım.
Mavisinin ne mavisi olduğunu anlayamadığım o arabada yalnızca üç kişi kalmıştık. Öfke de hırs gibi gitmişti. Araba yavaşladı ve sağda durunca inmem gerektiğini hissettim ve inmek için sebep aradım şöfor koltuğunun yanındaki kömür saçlı, badem gözlü, reşit gibi gözüken kız sınava gireceğini ve onu Aktepe okuluna götürüp götüremeyeciğimi sordu. Sevimli kız sürekli gülümsüyordu, ve stres belirtisi olarak tırnaklarını kemiriyordu. Damla isimli heyecan dolu kız öyle enerjikti ki insanın içi ısınıyordu. Kızı sınav yerine götürdüğümde sıraya girdik. Önümüzde ve arkamızda onun gibi sınava girecek gençler vardı. Etrafı gözetlemeye başladım. Önümüzdeki kız Damla kadar heyecanlı olmasa bile onda da telaş vardı. Arkamızdaki genç kız ise her şeyi yapabilirim tarzında ukalaca cümleler kuruyordu. Öğrenciler sınava girdiğinde bir bankta oturdum ve Damla’yı beklemeye başladım. Sınavın ilerleyen dakikalarında ambulans okulun bahçesine giriş yaptı ve okulun içerisinden Damla’yı sedye ile çıkardılar. Fenalık geçirmiş ve tansiyonu düşmüştü. Hastaneye gitmemize gerek kalmadan Damla’ya müdahale etmişlerdi ve Damla’yı okulun bahçesinde sakinleştiriyordum. Sınav bitince sırada arkamızda olan ukala kız ağlıyordu, anladığım kadarıyla bir sürü dikkat hatası yapmıştı, öyle umursamaz olunursa böyle sonuçlar ortaya çıkması normaldi diye düşündüm.Sırada önümüzde bulunan kız ise gayet mutlu ve istediği sonucu almış bir biçimde sınavdan çıkmıştı. O an anladım ki heyecan da bir nevi hırs gibiydi fazlası zarardı, olmaması da zarardı, heyecanın da kıvamı vardı. Gerekliydi ama bir yere kadar.
Uyandığımda gayet mutlu hissediyordum çünkü Damla çok çalışıp seneye de sınava gireceğine ve heyecanını yeneceğine söz vermişti. Gün boyu mutlu gezmiştim ve günün sonunda arabayı kullanan kişinin hangi duygu olacağını düşünmüştüm ama bir türlü bulamamıştım. O arabadan inerse araba gitmezdi, o olmasa ilerleyenezdik neydi o duygu diye kendime sordum. Gözlerimi heyecan ve merakla sıcacık yatağımda derin bir uykuya kapattım.
Mavi arabada yalnızca ikimiz vardık. Gözleri masmavi, saçları açık bir kahverengi, gülüşü ise güneş gibiydi. Arabayı köşeye çekti bembeyaz elbisesinin eteklerini savurarak aşağı indi ve onu yaşlılar bakım evine daha sonra da kimsesizler yurduna götürmemi istedi. Sevgi dolu bir şekilde kabul ettim.
Kuğu gibi süzülerek arabanın bagajından içinde okuma kitapları, giysiler, oyuncaklar ve daha nicesi olan koca bir çanta çıkardı. Yüzünden hiç düşmeyen gülümsemesiyle arabayı kilitledi. Melekler gibiydi ve o olmasa araba ilerleyemiyordu. O mutluluktu, o huzurdu, o mutluluğun beraberinde getirdiği her şey olabilme potansiyeline sahipti. Bana bile ihtiyacı yoktu tek başına gitmek istediği her yeri bulur, yardımını yapardı. Gülümseyerek ona yolları tarif ettim ismi neydi biliyor musunuz? İsmi Melekti. O kadar çok uyuyordu ki o isim ona duyunca hiç şaşırmamıştım. Onunla vedalaştım ve onun her zaman o arabada yani hayatta bulunmasını söyledim. Ona bir çok şey anlattım: O olmadan hayatın geçmeyeceğini, tek başına tüm kötü duyguları yok edebileceğini ya da azaltabileceğini, bir insanı hayata bağlayacak çok güzel bir sebep olduğunu anlattım. Öyle mütevazi öyle insanın içini ısıtan yanıtlar verdi ki hiç uyanmak istemedim bu rüyamdan, gerçeğe dönüşsün istedim. Çünkü hayatta mutluluk olmazsa olmazdı. Gülümsemezsek hayat geçmezdi. Yardımlaşmazsak hayat kötü bir yer olurdu. Hayvanları, doğayı, insanları, her şeyi korumalıydık bu hayatta. Hep mutluluk saçmalı, hep mutlu olmalıydık, el ele vermeli tüm kötü şeylerin üstesinden gelmeliydik. En ufak bir anın bile değerini bilmeli her anın içinde bizi mutlu edecek şeyler olduğunu görmeliydik. Çünkü her an çok değerliydi ve yaşanmaya değerdi. Bir kez daha baktım mutluluğa son kez içimden düşündüm neymiş bu mutluluk!