1900’lü yıllardayız. Düşmanlar her taraftan geliyorlar. Saklanabileceğimiz, barınabileceğimiz neredeyse hiç bir yer yok. İstanbul’un ortasında elimizden geldiği kadar savaşıyoruz. Yavaş yavaş şehitlerimiz artıyor ve sayımız giderek azalıyor. Bütün dünya birbirine girmiş durumda. Tek umudumuz, babam Akman’ın komutanlığı. Herhangi birimiz ona nasıl daha fazla bekleyip kendimizi savunacağımızı sorduğunda, “Sabırla koruk helva, dut yaprağı atlas olur.” diyor. Babamın dediği çok doğru, diye düşünüyoruz. Elimizden geldiği kadar savaşıp olumsuz şeyleri kabullenmiyoruz. Her endişelendiğimizde pes etmememizi tembih ediyor. Yine de herkes endişeleniyor. Ailesi, dostları film şeridi gibi önünden geçiyor. Her dediğini yeniden tekrar ediyor ve kendimize güvenmemizi söylüyor. Nasıl kendisinin endişelenmediğine hepimiz hayret ediyoruz. Düşmanların sayısı azalsa bile bizim sayımız daha da azalıyor. Babama uyup kendimize güvenimiz arttığı zaman bir anda güçleniyoruz. Zamanla gücümüz daha da artıyor.
Rakipler bizden korkmaya başlıyorlar. Endişemiz giderek yok oluyor. Bütün ülkeler bir şehrin ortasında savaşan bir ordunun birden güçlenmesine şaşırıyorlar. Bir anda herkesi duygusal felç bırakan, özellikle de beni, bir olay oluyor. Babam, bir düşman tarafından vuruluyor. Bir anda can veriyor. Herkes çok sinirli ve üzgün durumda, babamın söyledikleri sözleri hatırlayarak yüz kişilik ordumuz bir tarih bırakıyor. Bütün dünya artık bizden korkuyor. Bütün ordu kendine güvendiği ve sabırlı olduğu için gururluyuz. Ama ölen babam Akman’ın öğretmenliği ve komutanlığı unutulmuyor. Gazetelere çıkan bu yiğidi herkes seviyor. Herkes söylediği atasözleri ve deyimleri bir efsane gibi tanıdıklarına anlatıyor. Savaştan onun sayesinde kurtulduk. O; bizim hepimizin, en çok da benim kahramanım.
Benim Kahramanım
(Visited 15 times, 1 visits today)