Okulum evime uzak kaldığından birkaç yıl yurtta kalmak zorunda kaldım. Ne kadar sınavdaki başarımı etkilememiş olsa da o yıllar içinde çok değişmiştim. Her şey babamın beni sabah altıda uyandırmasıyla başladı. Gözlerimi açtığımda hemen mutfağa gelmemi söyledi. Zar zor ayağa kalkıp mutfağa doğru gittim. İçeriye girdiğimde babam beni masanın karşısında bekliyordu. Hızlıca kendime kahve hazırlayıp karşısına oturdum. Babam gözlerimin içine ciddi ciddi bakıp sözüne başladı:
– Oğlum, hayalinin okulunu kazandın fakat bildiğin gibi okulundan uzak yaşadığımız için oraya ulaşmakta problem yaşıyoruz. Bu nedenden dolayı seni okulun yurduna kaydını yapmayı planlıyorum. Artık yetişkin bir erkek olduğundan bu kararı sana bırakıyorum, dedi ve benim yüzüme odaklandı. Bir yurtta yaşamak istemiyordum fakat başka bir seçeneğim olmadığından babamın teklifini kabul ettim. Bir sonraki hafta bavullarımla birlikte okulun bahçesine adım attım. Her şey tam da hayal ettiğim gibiydi. Ortada üç büyük bina, etrafı ise ağaçlık alandı. İlk başta yurtta gidip eşyalarımı bırakmaya karar verdim. Yurtta öğrenciler daireyi paylaşarak kullandıklarını duymuştum. Ne kadar tanımadığım insanlarla birlikte bulunmayı sevmesem de buna pozitif bakmaya çalışmıştım. Dairenin kapısını açtığımda beni ilk karşılayan mutfaktan gelen çöp kokusuydu. Eşyalarımı odama bırakıp çöpü hemen boşalttım. Arkama döndüğümde ise biri yapılı diğeri zayıf ama sıska olmayan iki kişi bana garip garip bakıyordu. Bana kim olduğumu sorduklarında kendimi tanıtıp onların isimlerini sordum. İsimler sırasıyla Onur ve Mert’ti. Masanın etrafına oturup birbirimizi daha yakından tanımak için sohbet etmeye karar verdik. uzun süredir konuştuğumuzu fark ettiğimde zamana baktım. Gözlerim şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldı. Okulun açılış törenine yirmi dakika kalmıştı. Hızlıca takım elbisemi giyip törenin olacağı binaya Mert ve Onur’la depar attık. Ana binanın girişinde büyük bir insan kitlesi vardı. Aralarından zar zor geçerek performans salonuna gelebilmiştik. Salonda yerimizi alıp öğretmenlerimizin duyularını dinledik. Törenin tamamı bitince herkes derslerini seçmek için formlar doldurmaya gitti. Ders seçimlerini yaptıktan sonra odama gittim. Eşyalarımı odamdaki küçük dolaplara sığdırdıktan sonra ders kitaplarımı almaya gittim. Aradan zorlu aylar geçti, sınavlar ve projelerle dolu günlerim ve kafein dolu geceler geçtikten sonra kış tatillerin zamanı gelmişti. Okulumuz kış tatilinde yurtta kalanları evlerine gitmelerine izin vermediğinden kış tatilimi verimli geçirmek için yakıdaki bir hamburgercide çalışmaya karar verdim. Restoranda uzun mesailerde çalıştığımdan yurda akşam geç saatlerde geliyordum. İşte o kadar çok yoruluyordum ki tarihe bakacak gücüm bile yoktu. Ben işteyken arkadaşlarım pek çok problemle yüzleşmek zorunda kalmışlardı. Onur sevgilisiyle ayrılmışken Mert de aylarca biriktirdiği parayı kaybetmişti. Bir gün, her zaman olduğu gibi işime yetişmek için erkenden uyanıp kahvaltı ettim. Kahvaltımı yaparken Onur bana “Bugünün tarihini biliyor musun?” diye sordu. Ben de saate bakarak “Bilmiyorum, bugünün tarihini umursamayı günler önce bıraktım.” deyip hızlıca üstümü değiştirip hamburgerciye doğru yol aldım. Uzun çalışma saatlerinden sonra odama gidip yatağıma yayılıp uykumun gelmesini bekledim fakat karnım aç olduğundan uyuyamadım. Yorgun yorgun mutfağa doğru yorgun vücudumu sürükledim. Yarı kapalı gözlerle buz dolabını açmamla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Üzerinde bir not yazılı olan yaş pasta duruyordu. Notun üzerinde de “Mutlu Yıllar, imza: arkadaşların” yazıyordu. Hemen takvimden bugünün tarihine baktım. Gözlerim şaşkınlıktan daha da büyüdü. Meğerse bugün benim doğum günümmüş. Onların bana hazırladığı sürpriz karşılığında onlar için bir parti hazırlamaya karar verdim. Tüm hafta sonu boyunca partiden çıkamadık. Partinin ortasında meğer Onur sevgilisiyle barışmış, ben de Mert’e bir miktar para borç verdim. İkisini de memnun etmeyi başarmıştım. O günden sonra onlarla en iyi arkadaşlar olduk.