Ben hayatımda neredeyse hiç kimse kolay kolay yaşayamayacağı şeyi yaşadım. Emigrasyon yaşadım. Emigrasyon belki dünyada ve hayatında duyulabilen en kötü şeylerden biridir. Düşünsenenize doğdun ülkeden taşınıyorsun yani canına, ruhuna ve bütün anılarına kadar her şeyi alıp dünyanın öbür ucuna gidiyorsun dolayısıyla bu dönem benim için çok stresli ve üzücü geçmiştir ve hala azıcık bile olsa her gün hala etkisi altında kalıyorum.
Öncelikle size emigrasyonun tam ne olduğunu ve neden yapıldığını anlatıyım, Emigrasyon bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmek anlamına geliyor (mesela Türkiye’den İspanya’ya) İnsanlar emigrasyonu neden yapar? insanlar emigrasyon eder çünkü ülkeleri çok tehlikeliyse yani savaş varsa, ekonomi kriz, diplomatik nedenler, aile veya arkadaşların yanında olmak için ya da yeni bir hayata başlamak için emigrasyon yaparlar.
Benim emigrasyon maceram:
On iki yaşımdayken babam dört yıldır İstanbul’da çalışıyordu ve yaşıyordu. Ben ise Hollanda’da yaşıyordum. Babamın Türkiye’de çalışacağı ve kalacağı belli olduğu günden beri ben bu iğrenç stresi çekiyorum, yani annem babamın yanında olmamızı istedi. Günler geçiyor yaz tatili başlıyor ve biz bütün her şeyi hazırlayıp hava limanına gidiyorduk. Ankara’yı sadece bir kez küçükken gördüğüm için pek fazla hatırlamıyorum neyse ki ben Ankara’yı Istanbul gibi modern bir yer zannediyordum. Halbuki sabah (gece geldiğim için pek fazla göremediğim için) Ankara’yı gördüğümde ”bu ne!” demiştim. Ben Ankara’yı hiç sevmemiştim hala da sevmiyorum. Türkiye’deki ilk günler bana biraz garip geliyordu kültürü, dili ,trafiği bana çok garip geliyordu hatta her yerde apartman olması da garip geliyordu. En ağzından Ankara’da Hollanda Büyükelçiliği diye bir şey vardı! Herkes orada Hollandaca konuştuğu için kendimi biraz bile olsa Hollanda’da hissettim. Günler geçiyor okul başlıyor ve ben hala Türkçe konuşamıyorum (en azından uluslararası vatandaşların olduğu bir okula gitmiştim yani tek ben değildim) O ilk gün Türkiye’de okula gittiğimde berbat geçmişti şöyle ki; Herkes bir sıra halinde duruyordu ve ben neden durduklarını anlamamıştım bir beş, altı dakika sonradan ise bir marş gibi bir şey söyleniyordu ben ise İstiklal Marşı’nın olduğunu bilmiyordum. Sıradayken herkes Türkçe konuşuyordu içeri girdiğimizde ise her kes İngilizce konuşmaya başladı benim bu durumda acayip bir şekilde kafam karışmıştı, iki tane bilmediğim dil! İyiki okulda Hollanda’lı arkadaşlarım vardı ama onlar dokuz ve on birinci sınıflardı. Buna rağmen yine de görüşüyorduk. Ondan sonraki yıllarım ise hala aynı şekilde devam ediyordu ve gün geçtikçe ben ülkemi özlemeye başlıyordum. Ve bu özlem hala devam etmektedir. Şimdi ise hala aynı geçiyor ama en ağzından Türkçe’m ve İngilizce’min gelişmesi sevindirici. Her gün acaba ”Hollanda’da olsaydım bunu nasıl yapardım ya da oradakiler nasıl yaparlardı” düşüncesiyle gün geçiriyorum.