Hava her zaman olduğu gibi çok sıcak ve kuruydu. Derin bir nefes aldım ve yeni bir güne uyandığım için lanet ettim. Her günün benim için bir işkenceden öte olduğunu fark ettiğimde yalnızca 2 yaşındaydım. bunu fark ettiğimden beri her gün nefes almakta zorlanıyorum. Yavaşça üzerinde uyuduğum ince örtünün üstünde gerindim ve doğruldum. Ayağa kalktığımda açlıktan,sıcaktan ve susuzluktan ötürü bulanık görmeye, el göz koordinasyonumu da yavaş yavaş kaybettiğimi fark ettim fakat bunun benim için bir engel olmaması şarttı. Kendime geldiğimde annemin yanına gittim. Bana 7 gündür tüketmeye çalıştığımız hindistan cevizinden bir parça verip ardından elime tutuşturduğu su bidonlarına bakarak yaşamaktan ne kadar nefret ettiğimi haykırmak istedim. Ama yapamazdım…
Ayaklarım artık çok güçlü bir zırha dönmüştü. Ayağıma batan çeşitli dikenler ya da zehirli otlar olsun hiçbirini hissetmemeye başladım. Karnımda çok sert bir ağrı olması beni gerçekten çok zorluyordu. Sıcaktan terliyor ve bir o kadar da suya özlem duyuyor bir biçimde düşünmeye başladım. Neden ben? Neden ben bir kız çocuğunun bütün özelliklerine sahipken çocuk gibi davranamıyorum? diye kendime sorup duruyordum. Son zamanlarda ülkemde iç savaş başladığından ve yağışların çok daha azaldığından beri okula gidemiyordum. Ne kadar özledim bir bilseniz… Okuluma teknolojik bir alet getirdiklerini hatırlıyorum. Dokunmatikti ve çok ilgimi çekmişti. Birkaç gün sadece acaba ben de ona sahip olabilseydim neler neler yapardım acaba diye düşünmekten uyuyamamıştım. fakat hayatım 8 yaşına bastığımdan beri böyle, yani evime suyu ben götürmekle sorumluyum. Suyun ne kadar kirli olduğunun hepimiz farkındaydık ama yaşamak için ne bulursak onu yememiz ve içmemiz gerekiyordu. Bütün arkadaşlarımı teker teker ölürken izlemek beni çok üzmekle kalmıyor yoruyordu artık.
Koca bidonlarla su taşımaya o kadar alışmıştım ki artık vücudum bağışıklık kazanmıştı diyebilirim. Suyu bidonlara doldururken bir yandan da gözlerim dolu bir şekilde etrafıma bakındım. Güneşin kavurucu sıcağı alnımdan akan boncuk boncuk terleri fark ettirdi bana. Şöyle bir iki dakika da oracıkta soluklandıktan sonra geri dönmek için hazırlandım ve bidonları yüklenir yüklenmez yoluma koyuldum. Omuzlarıma yüklediğim su bidonları beni son zamanlarda zorlamaya başlamıştı gerçekten de ne yalan söyleyeyim.Etrafımda artık benim gibi su taşıyan hiç kız kalmamıştı. Annem devamlı çok güçlü olduğumu dile getirip kardeşlerimin de öyle olması için dua ettiğini söylerdi. Bu beni mutlu ederdi tabii.
Babamı son çıkan iç savaşta kaybettiğimden beri kendimi de pek iyi hissettiğim söyleyemem. Annem ben 2 kız ve 3 erkek kardeşimle beraber yaşamımızı pardon zulüm dolu hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Çok acı değil mi? Siz hayatınızı dolu dolu yaşarken ben ne yapıyorum? Adalet gerçekten şu hayatın neresinde anlamış değilim doğrusu. Göz kapaklarımı bir anda kontrol edemediğimi fark ettiğimde yolu yarılamıştım neredeyse. Bidonları birkaç dakikalığına yere bıraktım ve küçük bir taşın üstüne oturdum. Terimi üstümdeki kumaş parçasına yani kirli elbiseme silip yola devam etmeyi planlıyordum fakat bazen işler istediğimiz gibi yürümüyor değil mi? Çok açtım hem de çok şu an bir meyve için nelerimi vermezdim.
Kasıklarıma giren o felaket ağrıya rağmen direnmeye ve yoluma devam etmeye çalışıyordum. Adımlarım gittikçe yavaşlıyordu ve görme yetimi de kaybediyor gibiydim. Su bidonlarını yere bıraktıktan sonra biraz uzanmaya karar verdim bacaklarım gittikçe soğumaya başladığı an ellerimi ve ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Annemi özlemiştim. Gözlerimden süzülen gözyaşları hayatımın ne kadar acı olduğunu anlatmaya yetiyordu ve hayatımın sonunun geldiğine de… Ben çok küçük yaşta hayatla tanıştım ve bugün son günüm… Sonunda kurtuluyordum.