O gün Ali için diğer günlerden farksızdı. Güneş doğmadan 5 dakika önce uyandı, kendisine kahvaltı hazırladı ve karısını uyandırdı. Kişi başı iki yumurta yediler ve bir yumurtayı da kızları Temmuz için bıraktılar. Temmuz 2. sınıf öğrencisiydi. Temmuz, babası sabah erkenden yola çıktığı için babasını çok göremiyordu, ama yine de onu çok seviyordu. Ali karısını öptü ve otobüsü beklemek üzere dışarı çıktı.
Soğuk geçerdi kışlar oralarda, soğuk ve kurak. Otobüs beklemek Ali için bir eziyetti, her an soğuk kapıp ölüm riski yaşayabilirdi. Diğer tilkilere göre şanslı sayılırdı ancak, 7 yıl yaşamak orada ortalamanın iki katından fazlaydı. Ancak bunun gerçekten kendi şansı mı yoksa diğerlerinin kayıtsızlığı mı olduğunu bilmiyordu, sağlıklı yaşamayı denemeyi bile aklından geçirmemiş tilkiler vardı. Bunları düşünürken otobüs gelmişti bile. En önden 3. koltukta cam kenarına geçti. Arka tarafa oturmazdı tilkiler, orası koyunların yeriydi. Koyunlar düşüktü, koyunlar ezikti. Koyunlar araçların ön tarafına oturamazdı, koyunlar içinde sim kartı olan bir telefon kullanamazdı, koyunlar kendi dillerini toplum içerisinde konuşamazdı. Ama sempati duymaya çalışmayın bu hayvanlara; koyunlar adiydi, koyunlar bölücüydü, koyunlar haindi; tarihte yaşanan olaylar bu düzenlemelerin getirilmesini zorunlu kılmıştı sadece. Burada düşman olanlar, koyunlardı; yaşamalarına izin verdikleri için tilkiler insaflıydı bile! Ali koyunlara baktı, ırkçılık hakkında düşündü: “Hayır, biz ırkçı değiliz, onlar koyun.”. Ona göre kendi suçu değildi bunlar. “Kendileri ettiler, kendileri buldular” diye mırıldandı. Koyun olmadığı için Tanrı’ya şükretti.
20 dakika sonra fabrikaya varmışlardı. Ali’nin ofisi fabrikanın biraz ilerisindeydi. Koyunlar fabrikaya giderken Ali adımlarını hızlandırdı; o leş gibi koyun kokan, kahrolası fabrikayı olabildiğince hızlı bir şekilde geçmek istiyordu. Koyunların edinebileceği tek iş fabrikada çalışmaktı. koyunlar 9’dan 5’e çalışmak yerine 8’den 8’e çalışırlardı. Ayın sonunda asgari ücretten yüzde yirmi kadar daha az miktarda para alırlardı, asgari ücret sadece “normal” hayvanların alabileceği en düşük maaştı. Ali fabrikaya bakıp acıdı koyunların haline. Çok çalışmalarına rağmen çok az kazanıyorlardı, belki ailelerine yumurta bile alamıyorlardı. “Biz ırkçı değiliz, onlar…”
Saat beş olduğunda işleri bitmişti. Çıkmadan önce bir haber dikkatini çekti: Koyunlar Partisi adı altında bir grup ülkenin doğusunda 10.000 tilkiyi öldürmüştü. Otobüsü kaçıracaktı ama bu haberi kaçırmamalıydı. Koyunlar Partisinin başında bulunan koyun, yeni bir koyun devletinin kurulması gerektiğini söylüyordu. İnanılır gibi değildi, böyle bir şeyin teklif edilmesi bile kabul edilemezdi. Ali durağa giden uzun yolu seçti, fabrikaya uğramadı. Eve giderken kendi kendine “Pis koyunlar…” demeden edemedi. Belki de tilkiler çok insaflı davranmıştı, belki de koyunların yaşamaya hakkı yoktu.
Nezife bir koyundu. Her sabah güneş doğmadan 2 dakika önce uyanırdı, kocasıyla güneşin doğuşunu izlerdi. Kahvaltı ettikten sonra kocasıyla vedalaşır, kızıyla ilgilenmeye giderdi. Yaşamı diğer koyunlar gibi değildi, onlara nazaran şanslı sayılırdı. Kocası saygıdeğer bir adam olduğundan karnını doyurabiliyordu, çocuğu eğitim görebiliyordu ve Nezife’nin zor koşullar altında fabrikada çalışmasına gerek kalmıyordu. Çalışma işini kocası yapıyordu.
Nezife her gün Tanrı’ya dua ederdi. Diğer koyunlar gibi sürünmüyordu, belki de bunun sebebi kimseye koyun olduğunu söylememesiydi. Tilkiler, Koyunlar Partisinin kendi çıkarları için yaptığı bazı eylemlerden dolayı tüm koyunları adi olarak değerlendiriyorlardı. Bu yüzden koyunlar vatandaş olarak sayılmıyordu, dillerini konuşamıyordu, otobüste öne oturamıyordu. Bazen Nezife’nin de içinden geçiyordu yeni bir ülke kurmak; koyunların da rahatça, kimliklerini saklamadan yaşayabileceği bir ortamda olmak; kendi başkanlarını seçmek ve halkı temsil etmek. Bu düşüncelerle doğmamıştı ama koşullar onu böyle düşünmeye iteklemişti. İçinde bir kıvılcım vardı ama hiçbir ateşin ona ulaşmasına izin vermiyordu; Koyunlar Partisi ne yaparsa yapsın kimliğini gizliyordu ve bu duygularını kendine saklıyordu. En sağlıklısı da buydu aslında, yaptığı herhangi bir şey kendisine ve ailesine zarar verirdi. Bölücü olmayan koyunlar da vardı elbet, sadece tilkiler gibi yaşamak isteyenler… Böyle koyunların çoğunlukta olduğu bile söylenebilirdi. Bu koyunların da acı çekmesini görmek Nezife’nin kalbini paramparça ediyordu. Onların kimseye zararı yokken bile bu yaşamı sürmek zorundaydılar. Onlardan öncekiler de böyle yaşamıştı, sonrakiler de böyle yaşayacaktı. Bunları düşündükten sonra tekrar şükretme gereksinimi duydu.
Kocası geç gelmişti, sinirli gözüküyordu. Hemen Nezife’ye yeni haberleri anlattı. Koyunlar Partisi bir koyun ülkesi kurma konusunda kararlıydı. Kocası kızmıştı, koyunların böyle bir hakkı olmadığını düşünüyordu. Nezife’nin ise ağzından istemsizce şu kelimeler döküldü: “Evet Ali, belki de koyunların yaşamaya hakkı yoktur…”.