Üniversiteyi okumak için İstanbul’a geldiğimden beri annemlerle sadece tatil zamanlarında görüşebiliyorduk. Tabii kolay değildi onca sene birlikte yaşadıktan sonra birden ayrılıp tek başına yaşamak. Özlüyordum sonuçta. Arada boş zaman bulduğumda hemen onların yanına Ankara’ya gidiyordum. Yaklaşık bir buçuk yıldır ehliyetim ve arabam olduğu için kolayca kendim yolculuğa çıkabiliyordum.
Dersler ağırlaşmış, sınavlar yaklaşmıştı. Bunlar ile uğraşırken arkadaşım işaret dili öğrenelim, kursa gidelim diye tutturuyordu. Daha fazla dayanamayıp kabul ettim ve kursa yazıldık. Cuma akşamları okuldan çıkınca kursa gidiyor, üstüne eve gidince ders çalışıyor, sınavlara hazırlanıyordum. Bir süre sonra bu işaret dili meselesi canımı sıkmaya başlamıştı. Ne gerek vardı öğrenmeye, hayatımda nerede işe yarayacak diye düşünüp duruyordum. Arkadaşıma bunu açıkladığımda belki bir gün hayatını kurtarır diye gerekçeler sunuyordu.
Yağmurlu, karanlık, kalabalık bir akşamda kurstan çıkmıştık, arabaya doğru yürüyorduk. Telefonum cebimde belirli ritimlerle titrediğinde birinin aradığını anlamıştım. Çıkarıp ekrana baktığımda annemin sarı saçlı güzel yüzünü, ve “Annem” yazısını görünce yüzümde istemsizce gülümseme belirdi. Telefonu açtığımda uzun zamandır sınavlara çalışmaktan görüşemediğim annemin ve kardeşimin güzel sesini duydum. Nasıl olduğumu, derslerimin nasıl gittiğini soruyorlardı. Onlara her şeyin iyi gittiğini açıkladıktan sonra telefonumu kapattım. Eve giderken yolda sınav haftam bittikten sonra bir ara verip annemlerin yanına gidip onlara sürpriz mi yapsam diye düşündüm. Gayet cazip bir fikir olduğu için bunu uygulayacaktım. Ancak önce sınav haftamı atlatmalıydım.
Yorucu ancak bir o kadar da iyi geçen sınavlarımdan sonra işaret dili kursuma gittim. O gün dalgıçlarla nasıl anlaşabileceğimizi anlatan şeyler öğreniyorduk. Tabii her zamanki gibi sorguluyordum ne işime yarayacak bunlar diye. Kurstan çıkınca sonunda yavaş akan bir trafikten kurtulup eve varabilmiştim. Sabah erkenden yola çıkacağım için valizimi toparladım ve yolda atıştırabileceğim aparatifler hazırladım.
Sabah erkenden kalkmış, arabaya eşyaları yerleştirmiş, yola çıkmıştım. Çok güzel geçiyordu zaman. Müziğimi açmış, yeni doğmakta olan güneşin kızıllaştırdığı ufuğu izleyerek gidiyordum. Karnım hunharca guruldadığında yaklaşık 3 saattir bir şeyler yemediğimi fark ettim ve uygun bir yerde durup hazırladığım lezzetli sandviçlerden yedim.
Yeniden yola koyulduğumda her yer aydınlanmış, martılar masmavi gökyüzünde sakince kanatlarını çırparak uçmaya başlamıştı. Kuşlara odaklanmışken birden arabanın yerle bağlantısının kesildiğini hissettim. Ya uçuyordum ya da düşüyordum. Birden arabanın camlarında kirli bir su gördüm. Bir yere düşmüştüm. Bir an ne yapacağımı bilememiş ve kapıyı açıp çıkmaya çalışmıştım. Ancak suyun basıncından dolayı kapıyı bırakın açmayı milim bile oynatamamıştım. Ayaklarımda bir soğukluk hissedince arabanın içine suyun girmeye başladığını anlamıştım. Panikten ne yapabileceğim aklıma gelmiyordu. Su belime yaklaşmıştı. Fazla vaktim kalmamıştı, bu durumdan bir an önce kurtulmalıydım diye düşünürken suda bir gölge belirdi. Korkmaya başlamıştım ve bir süre sonra o gölge arabanın yanına yaklaşmıştı ve onun bir dalgıç olduğunu fark etmiştim. Dalgıç bana işaret diliyle kenara çekilmemi çünkü camı kıracağını anlatmıştı. Ben kenara çekildiğimde o camı kırdı ve o anda kirli su arabanın içine süratle doldu. Dalgıcın birden ağzıma oksijen tüpünü tuttuğunu hissettim ve uzun bir soluk aldım. Daha sonra dalgıç bana yine ne işime yarayacak diye yakındığım işaret diliyle tüpü bir kendisine bir de bana tutacağını açıkladı ve yukarı çıkalım diye işaret verdi.
Yukarı çıktığımızda etrafımızda ambulansların, polislerin ve dalgıç ekiplerinin olduğunu gördüm. Arabanın düştüğü yerin çalışma için kazılmış bir çukur olduğunu ve dün akşam yağan yağmurun da orayı bir göl haline getirdiğini öğrendim. Aynı zamanda bir önceki gün öğrendiğim işaret dilleri arkadaşımın dediği gibi hayatımı kurtarmıştı.