Pelin, işten çıktıktan sonra her zamanki gibi sahil yolundan yürümeye karar verdi. Hava güzeldi, deniz sakin, ufukta gün batımının renkleri gökyüzünü şenlendiriyordu. Yorgun ama huzurlu adımlarla ilerlerken, denizin tuzlu kokusunu içine çekiyor ve dalgaların ritmik sesini dinliyordu.Kendini rahatlamış ve bir o kadar da huzurlu hissediyordu.
Biraz yürüdükten sonra, sahildeki banklardan birine oturup manzarayı seyretmek istedi. Tam bankın yanına geldiğinde, yanında oturan çocukluk arkadaşı Furkan’ı fark etti. Furkan’ın gözleri ufka dalmış, derin düşüncelere kapılmış gibiydi. Pelin, sessizce yanına oturdu. Ve Furkan’ın sessiz düşüncelerine eşlik etmeye karar verdi.
“Merhaba Furkan, ne yapıyorsun burada bu saatte?” diye sordu Pelin, hafif bir merakla.Furkan, hafif bir tebessümle cevap verdi, “Sadece biraz kafadinlemek istedim. İstanbul’a bayıldığım gibi bu manzaraya da bayılıyorum,biliyorsun.”
Pelin, başını sallayarak ona katıldı. Birkaç dakika sessizce oturdular, denizin ve rüzgarın huzur veren sesini dinlediler. Pelin, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp sadece anın tadını çıkarmak istedi. Tam o sırada Furkan’ın sesiyle irkildi.
“Pelin, sessizce ve yavaşça yere bakar mısın? Ben mi yanlış görüyorum yoksa ayağımın dibindeki bir altın bileklik mi?”Pelin, gözlerini açıp dikkatlice Furkan’ın baktığı yere eğildi.Gerçekten de, Furkan’ın ayağının dibinde altın bir bileklik parıldıyordu.Pelin, şaşkınlıkla bilekliği yerden aldı. Bileklik, ince işlenmiş, zarif veoldukça pahalıya benzeyen bir mücevherdi.
“Furkan, bu inanılmaz! Burada nasıl bir altın bileklik olabilir ki?” dedi Pelin, bilekliği muzip bir gülümsemeyle inceleyerek.
Furkan da şaşkın bir ifadeyle bilekliğe baktı. “Bilmiyorum. Belki de birisi buraya oturduğunda düşürmüş olabilir. Ama böyle değerli bir şeyi kaybetmek gerçekten çok üzücü.”
Pelin, bilekliği dikkatle inceleyerek, “Belki de yakında birileri arar diye beklemeliyiz,” dedi. “Ama kimse aramazsa, polise teslim etmeliyiz. Böyle değerli bir şey kesinlikle sahibini arıyordur.”
O sırada sahil boyunca yürüyen yaşlı bir çift, dikkatlerini çekti. Kadın, endişeli bir ifadeyle sağa sola bakıyor, elindeki çantayı karıştırıyordu. Pelin ve Furkan, çiftin yanına gidip durumu anlamaya çalıştılar.
“Affedersiniz,” dedi Pelin. “Bir şey mi kaybettiniz?”
Yaşlı kadın, gözlerinde bir umut ışığı belirerek cevap verdi, “Evet, altın bilekliğimi kaybettim. Eşimle burada oturmuş dinleniyorduk, eve gitmek için kalktığımızda fark ettim ki bilekliğim yok. Çok değerlidir, hem maddi hem manevi olarak.”
Pelin, gülümsedi ve elindeki bilekliği kadına uzattı. “Sanırımbilekliğinizi bulduk.”Kadının gözleri doldu, bilekliği dikkatle alıp teşekkür etti.
“Bu benim için çok değerliydi. Onu kaybettiğimi düşündüğümde bütün dünyam başıma yıkılmış gibiydi. Ne kadar teşekkür etsem azdır.”
Furkan, kadına dokunarak, “Önemli değil, sevindim bulabildiğimiz. Bu sahilde yürümek bazen beklenmedik şeylerle karşılaşmamıza neden olabiliyor,” dedi.
Pelin ve Furkan, yaşlı çiftin mutlulukla uzaklaşmasını izlerkeniçlerinde büyük bir huzur hissettiler. O an, hayatta küçük iyiliklerin ne kadarbüyük mutluluklar yaratabileceğini anladılar. Gün batımıyla birlikte sahildenayrıldıklarında, dostluklarının ve yaptıkları küçük iyiliğin değerini bir kezdaha hatırlamışlardı. Beklenmedik bir hazine bulmuş ve doğru sahibine teslimetmişlerdi, bu da onların günü daha anlamlı bir hale getirmişti.
Pelin, eve doğru yürürken, günün beklenmedik olayı üzerine düşünmeye devam etti. Belki de hayat, küçük iyiliklerle doluydu ve buiyilikler, hiç ummadığımız anlarda bize geri dönerdi. Bugün, sadece birbileklik bulmamışlardı; aynı zamanda insanlığın basit ama etkileyici bir yönünü keşfetmişlerdi. Bu, Pelin ve Furkan için unutulmaz bir anı olarak kalacaktı.