Saatlerdir hastanedeydim, ameliyathaneden ne bir doktor, ne bir hemşire çıkıyordu. Annem ve kardeşimle beraber geçirdiğimiz kaza sonucu buraya gelmiştik. Annemin kurtulma şansı vardı ama kardeşim… Doktorlar annemin çok güçlü olduğunu, başkası olsa şuan çoktan ölmüş olacağını söylediler. Ben mi? Kolumda serum. Ameliyathanenin karşısındaki odada yaklaşık yedi saattir bekliyordum.
5 yıl sonra…
“Nasılsın anne, iyi misin?” Annemin cevap veremeyeceğini bilerek sormuştum bu soruyu. Her gün kesintisiz geliyordum bu hastane odasına, kendi yaşadığım yerden daha çok bulunuyordum burada. On üç yaşında geçirdiğim kaza sonucu annem komaya girmiş, hala uyanmamıştı. Değerleri giderek kötüleşiyordu, yaşam şansı gün geçtikçe azalıyordu ve ben de gün geçtikçe ölüyordum. Artık hayata tutunabileceğim hiç kimse kalmamıştı ne küçük kardeşim, ne annem, ne babam. Babam zaten hiçbir zaman olmamıştı. Ben yedi yaşındayken bizi bırakıp gitmişti. Bunları düşünürken yanağımda bir ıslaklık hissettim. Ağlıyor olamazdım değil mi? Beni terk etmiş bir adam için bu gözyaşları değmezdi. Zaten o gözyaşlarını akıtmamı sağlıyorsa zaten o yaşlara değmezdi.
Telefonumun çalmasıyla uyandım. Kaldığım yetiştirme yurdunun müdürü arıyordu. “Alo.” dedim yorgun sesimle. Sanırım o pek yorgun değildi ki bağırmaya başladı. “Neredesin sen?!” dedi. “Hastanedeyim.” dedim. “Hadi kızım, çok geç oldu saat. Gel artık.” dedi yumuşamış sesiyle. “Kusura bakmayın, hemen geliyorum.” dedim. Cevap vermesini beklemeden telefonu kapadım ve odadan çıktım.
Aslında direkt yurda gitmem gerekiyordu ama kardeşimin mezarına gitmeye ihtiyacım vardı. İnsanların karşısında ağlamam genelde ama ne zaman buraya gelsem kendimi ağlarken buluyordum. O gün o kaza neden oluştu? Neden o frenler tutmamıştı? Neden öne ben değilde yedi yaşındaki kardeşim oturmuştu? Telefonumdan gelen sesle irkildim, mesaj gelmişti. ‘Selam! Kardeşini özlemişsin anladığım kadarıyla.’ yazıyordu. Hemen etrafıma bakındım, o sırada bir mesaj daha geldi ‘beni o şekilde bulamazsın.’ yazıyordu bunda da. Korkuyla kalktım ve yurda doğru koşmaya başladım.
Yurda geldiğimde direkt yatağa girdim ve gelen mesajları büyük ihtimalle yirminci defa okudum. Nereden, kimden gelmişti bu mesaj? daldığım düşüncelerden telefonumun titreşimiyle çıktın. Hayır ya! yine aynı numaradandı. ‘Kardeşini özlüyor musun?’. Bunlar neydi ya? Niye bana böyle mesajlar geliyordu?
Bir haftam annemin hastane odasında ya da kardeşimin mezarında geçmişti. Şu numaradan hep mesajlar geliyordu. Hepsi de kardeşimle ilgili. Onu ne kadar özlediğim, sevdiğim…
Annemin hastane odasından çıktıktan sonra yurda girmek için yürümeye başladım. Arkamda adım sesleri hissettiğimde yolumu değiştirdim ama adım sesleri gitmedi, ben hızlandığımda hızlanıyor, yavaşladığımda yavaşlıyordu. En son bir çıkmaz sokağa girdiğimde korkuyla arkamı döndüm. “Kardeşini özledin mi?”. Mesajlar… İstemsizce geriledim. “Ne istiyorsun?!” dedim titreyen sesimle. “Ailen nasıl öldürüldü bunu niye hiç araştırmadın?”. “Ailem kazada öldü.” dedim kekeleyerek. Beni umursamadan devam etti “Tabi bilmeyi istemezdin, aileni öldürenin baban olduğunu.” Duyduklarıma inanamıyordum. “Sıra sende.” dedi ve cebinden bir silah çıkardı ve bana doğrulttu. “Hoşça kal.” Pat!
Ve karanlık. Ama bilmediği bir şey vardı benim annem daha ölmemişti.