Biz insanlar o kadar sıra dışı varlıklarız ki, hemcinslerimizden bizi anlamasını beklemek bile imkânsız olmalı aslında. Delilik desek tam yeridir. Yaptığımız ve yapacağımız şeyleri düşünmek akıl sıra iş değildir. Takındığımız tavırlar, kullandığımız kelimeler ve daha önemlisi hissettiğimiz duygular. Belli ediyor muyuz sizce ya da içten davranıyor muyuz? Yüzümüzdeki bir gülümseme gerçekten mutlu olduğumuz için mi yoksa sadece insanların “İyi misin?” sorularından kaçmak için mi var? Söylediğimiz “beyaz yalanlar” sizce ne kadar beyaz?
Herkesin belirli karakteri vardır. Biz buna aynı zamanda kişilik ya da benlik de deriz. İnsanın küçüklüğünden hatta anne karnından itibaren beliren bu süreç, içerisinde oluşan detaylı bir DNA’yı barındırır. Aynı taşıdığımız nüfus cüzdanı gibi bu kişilik denen meret bizim kimliğimizdir. Konuşurken, yemek yerken, uyurken, sarılırken hatta ve hatta göz kırparken bile insandan insana farklılık gösterir. Peki biz bu farklılığın ne kadarını gerçekten soyut ve çıplak bir biçimde karşımızdakine sunuyoruz? Bir cümleyi kafamızda kurup söyledikten sonra ne kadar dürüstüz?
İlk önce, dürüstlük değil de konuşurken taktığımız maskeden bahsetmek istiyorum. O karanlık ve somut olan maske bize dair bulunması ve fark edilmesi gereken her detayı gizlediği için dobra olduğunu sanan insanoğlu gerçekleri söylerken de bir o kadar kötüdür. Çünkü arkasına sığındığı gerçekler ne kadar kalbinde taşıdığı benliğine yanaşsa da elinde olmayana karşı duyulan haz ve tutku zihnini ele geçirmiştir. Olduğu kişiyle kendini ifade edemeyip, ruhuna olan dürüstlüğünü başka bir benlikle ortaya çıkardığı için o maske ona güvenilir gelir. Koruma kalkanı olarak adlandırılan bu karşı koruma aslında başka birine ya da başka bir karaktere bürünme isteğiyle birlikte imrenme kelimesini hafızalara ekler. Tabii ki kendi kimliğimizle söylediğimiz düşüncelerimiz de vardır ama aslında asıl korktuğumuz ve maske takmamıza sebep olan şey anımsattığımız şeyler karşısında gördüğümüz tepkilerdir. İyi veya kötü, güzel veya çirkin ya da doğru veya yanlış… İşte tam burada çıkagelen o somut ve “koruyucu” denildiği halde aslında olmayan maske en basit kaçış yolumuzdur. Ne kadar basit olsa da uzun vadede bizi en kötü etkileyen ve bir parçamız olmaya başlayan hepimizin en az bir kez ve eninde ya da sonunda kullanacağı bir kaçamaktır.
Duygularınızı başka bir karakter adı altında ifade etmek ne kadar kolay olsa da aslında bir o kadar da ağır bir acı ve umutsuzluk verir. Aniden özgüven denilen o duyguyu kaybetmiş ve elinizde bir hiçle kalabilirsiniz. İçinize işleyen o kendi kendine acıma duygusu gün geçtikçe benliğinizi bir karabulut misali sarar. Evet, belki de kaçmak ya da kaçınmak çok zor ama kimliğinizi kaybetmektense bu maskeyi çıkarıp istediklerinizi söylemek emin olun sizi daha da siz yapacaktır.
“İnsan kendi kimliğiyle konuşurken pek az kendisi gibidir, ona bir maske verilirse gerçeği anlatır ancak.” demiş Oscar Wilde. Sanırım daha iyi açıklayan bir cümle daha olamaz…