İnsanlar bugüne kadar sürekli gelişmiş ve bu gelişme sürecinde türlü badireler atlatmıştır. Bazen yepyeni bir buluş insanları heyecanlandırmış, geleceğe umutla bakmalarını sağlamış bazen de kılıç iradeden daha keskin olmayı başarabilmiştir. Tüm bu olaylar; savaşlar, yıkımlar ve teknolojik ilerleme insanlığın hüzünlü, heyecanlı ve destansı yaşam öyküsünü; tarihini oluşturmuştur.
Bugün okullarda köklü tarihimizi hem iyi hem de kötü taraflarıyla öğreniyoruz. Yapılan savaşları, amansız mücadeleleri, fedakarlıkları öğreniyoruz bir yandan; bir yandan da teknolojik gelişimi adım adım inceliyoruz. Tarih insanlık için tecrübedir, bu yüzden geçmişimizden ders almamız öğütlenir. Eğer dökülen kanları dikkate almazsak ileride aynı şeyi yaşamayacağımız ne malum?
Tarihe baktığımızda bilimsel gelişmeler hep savaşlara bağlı olarak ya yavaşlamış, ya hızlanmış ya da durmuştur. Zaten insanlar hep bir şeyle savaş halinde değil midir? Bazen kendisiyle savaşır durur boş yere, bazen de başka insanlarla mücadele eder ve bu savaşların en büyüğü, belki de yaşam öykümüzdeki en büyük hata, doğaya karşı açtığımız savaştır. Hiçbir canlı kendisine hayat veren bir şeye savaş açmaz, tabii eğer bu canlı bencil ve kibirli değilse. Ancak insanlar bu hataya düşmüştür bir kere, açtığı savaşı kazanması gerekmektedir, ne de olsa işin ucunda ölüm var. Hayatta kalmak, karşıdakine üstünlük kurması için yardıma ihtiyacı vardır insanın, çünkü kendisi koca bir et parçasından başka bir şey değildir. İşte burada bilim devreye girer. Bilimi, teknolojiyi kullanarak kendisini daha güçlü kılmaya çalışır, eğer karşı taraf da insansa o da aynı şeyi yapar. Bilimin dönemeçli merdivenlerinde gittikçe yükselirler ve artık kaçınılamaz sona ulaşırlar. Kılıçlar savrulur, toplar patlar, toprak kana bulanır. Tüm bunlar olurken bilim sinsice yükselip kendini insanlığın kurtarıcısı olarak gösterir ve insanlar buna inanır. Lakin hiç kimse bilimin kazanma hırsını körükleyen, kıyımı arttıran ve savaşın zeminini hazırlayan barutsuz bir silah olduğu ve bu silahın tek kurşunun savaş olduğu gerçeğini görmek istemez.
Doğa ile olan savaşta ise bu durum daha kötüdür. Teknoloji yardımıyla kendi buluş ve icatlarını gördükçe kendini tanrı sanıp asıl efendisini unutan insanoğlu Dünya’yı kendi derebeyliği olarak görmeye başlar. İstediğini alıp istediğini yok edebileceğini sanır. Her zamanki gibi haksız olan taraf insandır ama o buna aldırış etmez ve körü körüne savaşmaya devam eder. Nitekim bunun sonuçlarını halen gayet net bir şekilde hissediyor ve yaşıyoruz.
İşte bu yüzden bilim ve savaş tarihi birlikte öğretilmelidir. Onlar destansı yaşam öykümüzün en büyük iki parçasıdır. Gece ve gündüz olmadan gün, doğrular ve yanlışlar olmadan yaşam olmuyorsa bilim ve savaş tarihi olmadan da destansı hikayemiz olamaz. Hem zaten matematiği dört işlemsiz öğrenmiyor isek neden birer kıvılcım olan bilimsel gelişmeleri yaktıkları ateş olan savaşsız öğrenelim ki?