Anne ve babam birkaç arkadaşıyla buluşmaya gitmişti. Ben gitmemeyi tercih etmiştim. Küçüklüğümden beri hiçbir zaman bodrum katını görmeme izin verilmemişti. Ancak anne ve babam dışarıdayken bu gizemli yere inme fırsatım vardı. Tek sorun, bodruma açılan kapının kilitli olmasıydı. Neden bu kadar sakladıklarını merak ediyordum, sanki aşağıda bir seri katil varmış gibi.
Anne ve babamın odasına girip tüm çekmeceleri karıştırdım ve sonunda bir anahtar buldum. Çekmecelerde ayrıca, 1980’lerden kalma garip fotoğraflar vardı. Onları görmezden gelerek bodrum kapısına yöneldim. Kapıyı açmak üzereyken açık unuttuğum televizyondan son dakika haberleri dikkatimi çekti. Sycamore Springs Kasabasında, 7 yaşındaki Agnes Jones adında bir kızın kaybolduğu bildiriliyordu. Son görüldüğü yer, Swan Lake Park‘tı. Siyah saçlı, kahverengi gözlü ve tam olarak 124 cm boyundaydı. Haberi dinlemeyi bırakıp kapıyı açtım.
Önümde, sonu görünmeyen uzun bir merdiven vardı. Telefonumun ışığını açtım ve aşağıya yürümeye başladım. En alt kata ulaştığımda, karşımda bir sandık gördüm. İçinde birkaç iç ürpertici oyuncak vardı, kesinlikle benim değildi. Etrafı daha dikkatli inceleyince, büyük plastik poşetlerle kaplı ve üzerine bir battaniye örtülmüş kutu gibi bir şey fark ettim. Merakıma yenik düşerek battaniyeyi kaldırıp poşetleri çıkardım. İğrenç bir koku vardı, bozulmuş et gibi. Kutuyu açtığımda içindeki şey tarif edilemezdi. Agnes Jones’ın bedeniydi. Hala hayattaydı ama korkunç kokuyordu. Onu hemen kaldırıp hastaneye götürdüm. Hastanede bana bir milyon soru sordular, tek söyleyebildiğim ise bodrum katına indiğimde bu korkunç kokuyu araştırmaya çalışırken onu bulduğumdu.
Anne ve babamın bu olayla ilişkili olduğunu öğrenene kadar çok zaman geçmedi ve onlar çoktan tutuklanmıştı.