Dil, insanlar arasındaki iletişimi sağlar. Toplumu meydana getiren tüm değerler (iletişim kurmak, eğlenmek, espri yapmak, yemek pişirmek, sofra kurmak ve hatta tartışmak) dil yoluyla nesilden nesile aktarılır.
Kültürel miras dendiğinde aklıma insan yapımı tablolar, heykeller, binalar, tarihi yapılar geliyor. Bu örneklerin hepsi bir yaşanmışlık içerir. Ortak bir geçmişe sahip olmak, insanların ortak bir kültüre sahip olmasını da sağlar.
Kültürü büyük bir parça olarak düşünürsek aslında ortak nokta dildir. Toplumlar dil sayesinde millet olurlar. Milletler ise dil ile edebiyat, tarih, sanat, felsefe, müzik gibi konuları gelecek nesillere aktarır. Aslında dil, bir toplumun kimliği gibi düşünülebilir.
Yediğimiz yemeğin tarifinin gelecek nesillere aktarılmasından tutun, dinlediğimiz bir şarkının sözlerinin ortak bir neşe veya hüzün yaratması bile dille ve kültürle ilgilidir.
Özetlemem gerekirse kültür ve dil birbirine bağlıdır, ayrı düşünülemez. Böyle bakarsak aslında her dil farklı bir yaşam ve kültürdür. Bu nedenle yeni bir dil öğrendiğimizde aslında o toplumun düşünce yapısını, sanatını ve yaşam şeklini de öğrenmeye başlarız.
Sonuç olarak dil ve kültür iç içe geçmiş, ayrılmaz ve ayrı düşünülemez bir ikilidir.