Asırlardır refah için savaşan uluslara ve her zaman azına yetinemeyip fazlası için savaşan insanlara yer veren dünyanın durumu kim bilir ne kadar zordur?Belki de bu savaş arzular için sadece insanlar arasında gerçekleşenlerden değildi.Savunmasız olan yaşadığımız dünyayı kendimiz korumamız gerekirken geleceğe değil de şimdiye odaklandığımız için kurutmadık mı köklerini yemyeşil ormanlarım?Yoksa koruduğumuz için mi böyle bu dünya?Kendi elindekine sahip çıkamayanlar toplumlar sanki yaşadıkları coğrafyanın hakkını verirmiş gibi fazlasına ister olmuş.Amaç,kıyameti beklemekten gerçekleştirmeye sapmışken herkes barış içinde yaşayabilir miydi?
Kimseye zararı olmayan belki de şu ana kadar hiç karşılaşmadığınız kirpi,tehlike altına girdiğinde kendini savunmak,zarar görmemek için dikenlerini çıkarırken veya evinizde,komşunuzda hatta sokaklarda gördüğünüz kediler aslında çok sevimliyken yine tehlike altında hissettiğinde yumuşacık tüylerini diken diken yapıp gözleriyle sert bakıyorken kendini korumak için biz insanlardan kaçı sessiz kalabilir?Bir söz bir kurşun gibi insanları yaralıyorken bir insan ne kadar buna sabredebilirdi,ne kadar yorulmadan dimdik ayakta tutabilirdi kendini.Lakin rahatsız ettiği kadar da mutlu ediyordu,inadına böyle bir toplumsal düzende yaşamak.
Ben,19 yaşındaydım.Tarih yıllardan 1914 aylardan temmuzdu ve yine bir kurşun binlerce cana neden olmuştu…1.Dünya Savaşı tam anlamıyla başlamıştı.Yaklaşık 20 ülkenin içinde olduğu bu savaş dişe diş,kana kanken mavilikler içinde maviler bulmak zorlaşmış beyaz içinde kan rengi kırmızı ve umutlar içinde siyahlar bulmak çok kolay hâl almıştı.Çok dökmüştü bu vatanın evlatları.Ne analar ağladı bu vatanın bucak bucak her yerinde.Öfkesine yenik düşmüş içinde kin barındıran bu açgözlü devletler bize bir karış toprak bile bırakmak istemiyordu.Oysa en büyük hataları belki de böyle düşünmekti.Çünkü,tarihinde yüzyıllardır belirttiği gibi bu toprakların evlatları,vatanının bir karış toprağına bile el değdirtmemek için havada çarpışan mermilere,etrafa sıçrayan şarapnel parçalarına göğüs germeye doğuştan hazırdı.
Aradan yaklaşık 5 yıl geçti devlet iyice çökmüştü.Mavi sularımıza demir atan düşmanlar ise sinsice zaman kolluyordu.Askerlerimiz ağır kayıp vermiş aç açına menzillerde siper almışlardı uykusuz ve yorgun bedenleriyle.15 yaşındaki çocuklardan 75 yaşındaki nineye kadar vatanın her bir evladı el ele verip birlikte vatanı koruyorlardı.Bir kahraman ise korkak padişahlara boyun eğip vatanını satmaktan ziyade gizlice Kurtuluş Şavaşını başlatmak için Samsun’a gitmişti deniz yoluyla.19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatılan sonucunda ise zorluklarla beş ayda oluşturduğu heyetin başkent Ankara’ya geliş tarihini belirlenmişti.
Tarih,27 Aralık 1919’du.Askerlerin durumu her gün daha zorlaşıyordu.Atatürk buna bir dur demek için Ankara’ya adımını atmıştı.Mavi gözleri daha atamız konuşmaya başlamadan hissettiriyordu özgürlüğü.Uzun bir sessizlik oluştu aynı zamanda çünkü daha sesini işitmeyen çocukların merakını sergiliyorlardı koskaocaman insanlar ve ben de birebir öyleydim.Ben Atatürk’ü görmüştüm ve konuşmasına başlamıştı herkesi selamlayarak.Gözüm,derin mavi gözlerine;kulaklarım,yarınlara umutla bakmamızı sağlayan özgürlük dolu mavi sözlerine ve rahatlatan sözleriyle hissettirdiği masmavi hafif yellerle kaplı gökyüzüne kapılmıştı.
Buram buram neşe ve umut kokuyordu bütün Ankara.Hızlıca ülkenin her yerine yayılmaya başlamıştı bu koku.Bunun böylesine yayılmasını ise ne bir poyraz ne de bir lodos sağlamıştı.Saf insan gücüyle akıllıca girişilmiş stratejik bir oyunun parçasıydı bunu sağlayan.