Bugün yine hayatımın en büyük adımımı ve en büyük kararlardan birini aldım, en büyük korkularımla. Bu karar ya benim hayatımı karartacaktı ya da hayatımı daha da güzelleştirebilirdi.
O gün yine her zamanki gibi sabah duşumu ve kahvaltımı yapıp iş yerim olan, dünyaca ünlü olan Vogue dergisinin New York şehrinin ana binasına geçmiştim. Arabamla kapının önüne geldiğimiz anda ise hemen valemiz, Harold beni karşıladı. Sanırsam hayatımda gördüğüm en tatlı ve temiz yürekli insanlardan biriydi. Kapıdan giriş yaptığım anda ise hemen asansöre yöneldim. Benim ofisim yirmi yedinci katta bulunuyordu. Vogue’un bütün influencer’ları o katta bulunurdu. Asansöre bindim ve asansör ansızın on dördüncü katta durdu ve içeriye derginin bu ayın kapağı olacak manken giriş yaptı, Gigi Hadid. Selamlaştık ve birazıcık da konuştuk, bu ay Gigi ile beraber çekim için Türk ve Caicos adalarına gidiceğiz. Bunun için nasıl heyecanlandığımı size asla anlatamam. Dakikalar ve duraklar sonrasında yirmi üçüncü kat’a geldik. Ben ise, oldukça strese girmeye başladım. Patronum beni ”çok önemli” bir toplantıya çağırmıştı ve benim şu anda sadece saniyelerim kaldı ve bilirsiniz ki Vogue’da zamanın asla telafisi yoktur. Asansöre giren kızlar sürekli durup durup bana bakıp duruyorlar ve karşılıklı olarak birbirlerinin kulaklarına bir şeyler fısıldayıp ve onun ardından bana çok küçük bakışlar atıyorlardı. ”Acaba ne oldu” diye içimde dolanıyordu bu soru. Neyse ki nihayet yirmi yedinci kata geldik. Sonunda.
Asansörden indiğim an da ise herkesin gözü benim üstümdeydi. Acaba neden? Acaba giyidiğim pembe ceket ve pembe pantalon için mi? bu konu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Toplantıya iki buçuk dakika geç kalmıştım, Geldiğime dair bildirmek için resepsiyona yönelmiştim. Resepsiyonun arkasında duran bayan, Bayan Morefield aynen diğerleri gibi bana çok değişik bir şekilde bakmıştı, parmak izimi girerken. Acaba ne oldu. İçimden bir ses diyorki acaba çok mu pembe giyindim bugün. Gerçi Vogue’da çalışan ve New York’da gezen herkesin ayrı bir moda zevki vardır, kimseye hiç bir şey garip gelmiyor. Özellikle Vogue gibi moda dergilerin ana binalarında böyle bir ”kiyafet garipseme” gibi bir şey olmamalı ve ayrıca olamaz diyerek kafamda dolanıyordum. Bayan Morefield toplantınız sizin ofisiniz de olacaktır dedi, ve ben daha da içimde sorgulanmaya başlamıştım. Ofisime yöneldiğim anda ise yine herkes bana tip tip bakıyordu. İçimden bir şeyin ”ne var?” diyesi gelmişti fakat öyle şeylerle hiç uğraşmayıp direk olarak kapıma yöneldim. Ofisimin anahtarı çantamda ararken olanları düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Kapıyı açtığımda ise daha büyük bir süpriz! Kendi ofisimde tanımadığım birden fazla yüz. Aralarında patronum, Kim Kardashian, Kylie Jenner, Kendall Jenner hatta Justin Bieber gibi bir çok ünlü ve moda dünyasının en önemli isimlerinden de yer alıyordu. Patronum, bana ”lütfen önüme otururmusun” dedi ve ben, ” acaba kötü bir şey mi olacak” diye düşündüm fakat önüme bir kağıt konuldu ve o kağıdın üstünde Vogue’un yeni sahibi ve patronu ve de ardından benim ismim yazıyordu. O an oldukça demem yanlış olur ama o an hayatımın en mutlu ve en en güzel günlerimden birini yaşadım. Aslında her gencin hayali olan şeyi ben başardım.