Ey, kan sıcağı dünya,
Ben bugün bıraktım kendimi senin kucağına. Bir zeytinlik bulup yayıldım otlara ve dinledim rüzgarın sesini annemin ninnileri kadar huzurlu olmasa da. Odalara sığmayan ruhum bıraktı kendini bu bahar yeline ve havalandı yüreğim kuzgunlarla.
Gün ışığı ısıtırken bedenimi elimde olmadan dönüverdim bir günebakan misali doğuya. Ve şükrettim her bir sarı kelebek için dolanan etrafımda.
Ben bugün yıllar sonra, belki de ilk defa baktım toprağa. Ve şaşırdım karıncaların düzenli telaşına. Sonra bir uğur böceği kondu elime. O dolanırken atardamarımın hizasında, ben hatırladım bir ıhlamur ağacını tam da salıncağın yanında. Cenaze törenleri düzenlerdim suya düşmüş uğur böceklerine en sevdiğim arkadaşımla. Ve çelenkler yapardım ıhlamurlardan artık aramızda olmayanlara.
Dünya,
Ben bugün sevmeyi denedim kuşları, samanları, toprağı… Sonra yas tuttum unuttuğum tüm bu güzel duygular için. Çocuk olsam tıpkı uğur böcekleri gibi onlara da bir cenaze töreni yapardım en şık giysilerimi giyip, diye düşündüm. Ve güldüm halime kahkahalarla.
Martı gülüşlerin anımsadım sonra, denizin sesini. Biraz da geçen yazları ve yaprak çıtırtılarıyla yürüdüğüm yolları. En sevdiğim şarkıyı çaldım içimden ve eşlik ettim ardından Doğan Canku’nun muhteşem sesine, “Yaşamak güzel şey” diye diye.
Güneş batıyordu, hafiften turunculaşan gökyüzünden belliydi. Hava iyice kararmadan bir kitap çıkardım sırt çantamdan. İlk sayfasından tekrar başladım sayısını aklımda tutamayacağım kadar çok okuduğum bu kitaba. Bir şiir okudum, sonra bir şiir daha. Ve bir kere daha hayran kaldım şairin zarafetine.
“Ey, iki adımlık yerküre! Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben.” diyordu şiirde. Şairin zarafeti buradan geliyordu demek. Kendime baktım ve sevindim sebepsizce. Daha görecek çok arka bahçem olmalıydı…