Sabah uyandım. Kalktım ve elimi yüzümü yıkamak için aynaya baktım. ‘Hala uyanamadım herhalde…’ dedim. İyice gözlerimi suyla ovuşturdum. Hayır. Yine olmadı. Aynada gördüğüm şey, ANNEMDİ. Çok korktum. Çığlıklar bastım, bağırdım. Ama bir işe yaramadı tabi. Sonra ben geldim. Evet, doğru okudunuz, ben geldim. Ben annemin bedenindeydim ve annem de benimkine girmiş olmalıydı. Annem yatakta uyurken kendini oyuncakların arasında devasa bir pudingin içinde yüzermiş gibi hissettiğini söyledi. Ne yapayım? Yumuşacık şeyler hoşuma gidiyor. Neyse, konumuza dönelim. Ben de anneme bugünlük benim annemin işine gideceğimi, annemin de benim okuluma gitmek zorunda olduğunu söyledim. Babam kahvaltı hazırlıyordu. İkimiz de normal davranmaya çalıştık ama pek başardığımızı söyleyemem. Şu diyaloga bakın!
Annemin bedenindeki ben:
-GÜNAYDIN! Şu halime bak! Hiç şüphelenecek bir halim var mı?
Babam:
-Ne oldu be?
Annemin bedenindeki ben:
-Bak, TAMAMEN normalim! Bak, bak, BAKSANA!
Babam:
-Tamam tamam…
Annemin bedeninin içindeki ben, daha tostumdan bir ısırık bile almadan ‘Hadi, üstümüzü giyip çıkalım!’ diye bağırdım. Sonra annemlerin odasına takla atarak havalı bir giriş yapmaya çalıştım ama yamuk oldu. Kendimi toparladım ve makyaj masasına oturdum. Makyaj malzemelerini aldım ve avuç avuç alıp yüzüme doğru serptim. İşim bitince rengarenk, serseri bir palyaçoya döndüm. Annem ise benim bedenimde tertipli, temiz, özenli bir şekilde giyinmiş, çantasını takmıştı. Beni görünce yüzünün aldığı hali görmeliydiniz. Çok kızgındı.
Babam da biraz tuhaf bulmuştu ama yine de bir şey demedi. Arabaya bindik. Babam önce benim bedenimdeki annemi okula götürdü. Annem okula girerken benim iş yerinde de tuhaf bir şey yapmamam için dua ettiğine yüzde doksan dokuz eminim. Babam beni de iş yerine bıraktı. İş yerine girer girmez para kazanacağım için eteklerim zil çalıyordu. Annemle buraya bir ara gelmiştik, hangi odada olduğunu biliyordum. Bu yüzden vakit kaybetmemek için seke seke gidip asansörün düğmesine bastım. Annemin odasına da seke seke girdim. Odaya girer girmez annemin oda arkadaşı olan bir kişi gelip ‘Üstat, şu şeyleri bir imzalayıver.’dedi. Boşluklara çiçekler çizdim. O kişi de otomatik olarak kağıtları alıp götürdü. BAKMADI BİLE… Ben de tadını çıkardım.
Bir haylaz gibi davrandım. Mesela kantini arayıp bir pasta istedim. Hemen getirdi. Ben de pastayı alıp yüzüne yapıştırdım. Kantinci bana çok kızdı. Müdürü çağırdı. Ben pasta tabağını annemin oda arkadaşının eline tutturup kadınlar tuvaletine gittim. Sonra da tuvalet kabininde yarım saat falan saklandım. Müdür gelince bana değil, annemin oda arkadaşına kızacaktı. Ama işler umduğum gibi gitmedi. Müdür eskiden bir şaka ustasıymış ve annemin oda arkadaşı onu çok gururlandırmış. Bu yüzden ona ZAM yapacakmış.
Bir şaka daha yapmıştım. İş yeri telefonundan bir çalışanı aradım. Diyalog çok saçmaydı.
-Alo?
-Alo?
-Alo alo?
-ALO!
Sonra telefon kapandı…
Öğle yemeği vakti! Hemen annemin cüzdanından bir nakit para alıp bir kafeye gittim. Oradaki bir kadın beni çağırdı. Hiçbir şey anlamadım ama yine de gittim. Annem telefonda nasıl konuşuyorsa onlarla öyle konuştum.
-Aaa, nasılsın canım? Ay seni çok özlemişim yaaa! Nasıl gidiyor?
-Ay canım seninle daha dün akşam sohbet ettik! Ay bir alemsin vallaha yaaaaaaaaaaaaaa!
-Ay kız çok seviyorum seni ya! Yumurcak nasıl, okulu nasıl gidiyor?
-Ay ne olsun. İyi işte… Şu çocuktan da Einstein beklemeyin yani!
-Söyle bakalım matematikten kaç aldı!
-89. Ay ne yapsın çocuk, hoca çok zor soruyor!
-Ay hep aynı bahaneler! Cık cık cık!
-Ay şimdi bırak onu bunu da ben bir kahve söyleyim, yanına da tost.
-Ay çok iyi olur!
Kadın yemekleri söyledi. Biz de hapır hupur yedik. Bu kafenin de kahvesi güzelmiş yalnız, onu söyleyim…
Kadınla sokakta gezmeye başladık. Bir giysi dükkanı vardı. Giysiler acayip pahalıydı. Bir çift çorap 90 liraydı. Mağazada ne yaptığımızı söyleyim mi? O kıyafetleri üstümüze deneyip fotoğraflar çektik ve sanki çok zenginmişiz de o kıyafetleri ALMIŞIZ gibi sosyal medyaya falan yükledik. Ama sadece denedik, almadık. Yani biz bu giysilere 5 kuruş vermeden insanlar bizim zengin olduğumuzu sandı. Bu fikir de tahmin edeceğiniz üzere benimdi.
Bloğum burada bitti. Sonraki blogda görüşmek üzere!
-SON-
Evet, bu da bir şakaydı tabii ki! Daha annemin röportajı var…
‘İçeri girdim. Hayret içinde kaldım. Bir sürü çocuk deli gibi ortalıkta koşuyor, eğlenip bağırıyordu. Ne olduğunu anlamadım. Yukarı kata çıktım ve yürümeye başladım. Bu kat daha kötüydü. Onlarca çocuk etrafta birbirine çelme takıyor, tokat atıyor ve koşuyordu. Bir an önce okulun bitmesini ve çıkıp gitmeyi istiyordum. Bir kapının üstünde ‘4B’ yazıyordu. İçeri girdim. İçeride 3 ya da 4 tane çocuk vardı. Nereye oturacağım hakkında zerre fikrim yoktu. ‘Arkadaşlar, benim nereye geçmem lazım?’ diye sordum. En arkadaki sıranın bir önüne geçtim. Eylül’ün klasöründen kitap alıp okumaya başladım. Çocuklar koşuşturuyor, birbiriyle GÜREŞİYORDU. Sonunda güreşirken elleri bana çarptı. ‘Sizin derdiniz ne ya?! Bir sakin olun, çıldırmayın. Bakın, eliniz bana çarptı işte!’ diye haykırdım. Çocuklardan biri ‘Seni öğretmene söyleyeceğim.’ dedi. Çıldırdım. Küçükken de biri beni öğretmene söyleyince en az bir hafta kafamdan çıkıp gitmezdi. Eylül de benim gibi aslında. Ne zaman biri onu öğretmene söylese eve gelip iki saat benimle dertleşiyor. Gece yatakta ağlıyor. Çünkü öğretmene söylenmek HİÇ hoşuna gitmiyor. Bence kimsenin hoşuna gitmez ama onların gelip ağladığını sanmıyorum…
Ben de ona ‘Ben de sizi sınıfta GÜREŞTİĞİNİZ için öğretmene söyleyeceğim. Üstelik güreşirken ve birbirinizi tekmelerken ÇOK FAZLA bağırıyorsunuz ve bu gürültü yapıyor. Geçici duyma kaybı yaşayabilirim. Umarım anlamışsındır!’ dedim. Hak etmişlerdi…
Tam öğretmene söyleyecektim ki beni söylemediklerini fark edip sesimi çıkarmadım. Ne de olsa herkes bir gün ettiğini bulur. Dersler falan işledik. O kısımlarda anlatılacak bir şey yok. Ama yemeğe çıkmadan önce çok rahatsız edici bir durum yaşadım. Sıraya geçtim. Ama geçtikten iki saniye sonra bir çocuk geldi ve önüme geçti. Ondan en arkaya geçmesini istedim. Reddetti. Ona vurasım geldi ama durdum. Katlandım işte. Ne olabilirdi ki yani?
Öğle yemeğini yedikten sonra yanıma bir kız geldi ve ‘Eylül, hadi Kemal’le basketbol oynayalım.’ dedi. Kabul ettim. Bahçeye indik. Kemal denen çocuk oyunu başlattı. Topu sektirirken elinden almaya çalıştım. Ama çocuk bildiğiniz elimi tutup yüzük parmağımı BÜKTÜ. Canım çok yandı. ‘Ne yapıyorsun ya?!’ diye bağırdım. Spor yaparken beklediğim şey bu değildi. Kemal denen çocuk karşıma dikilip ‘Bilerek mi yaptım?’ diye sordu. Bir de sordu! Çocuk kendi yaptığını bilmiyor. Kör olmayan ve akıl sağlığı yerinde olan herkes olayı görseydi bilerek yaptığını söylerdi. Ben de ‘EVET!’ dedim ve o kızla birlikte bahçeden çıktım. Sonraki ders çocuk gelip beni öyle dediğim için öğretmene söyledi. Ağlamak istedim, ağlayamadım. Kaçmak istedim, kaçamadım. Bağırmak istedim, bağıramadım. Ama bir gün o çocuk hesap verecek! Parmağım hala acıyor. İster inanın, ister inanmayın.
Biraz resim çizmeye karar verdim. O çocuk, sırada önüme geçen çocuk ve sabah güreşen iki çocuğu palyaço olarak çizdim. Çok komikti.’
Evet, şimdi cidden bitti. Bir gün boyunca annemle ben yer değiştirirsem ne gibi olaylar olacağını gördünüz. Görüşmek üzere!
-SON-